İzmir'deki Uşakizade köşkü aslına uygun şekilde restore edildikten sonra Cumhurbaşkanı Sezer tarafından açıldı.
Bu tarihi köşk, Mustafa Kemal Paşa'nın Latife Hanım'la tanışıp nikahlandığı mekandır.
23 yaşındaki Latife Hanım'ın saçlarını mor bir eşarpla örterek yüzü açık katıldığı bu nikahın öyküsü ilginçtir: O zamanki nikahlar sadece perşembeleri kıyılırken bu nikah pazartesi kıyılmıştır; üstelik kadın - erkek davetliler bir aradadır.
Nikah çıkışı M. Kemal, şahidi Fevzi Paşa'nın kulağına şöyle der:
"Aslında ben bu töreni başka türlü yapmak istiyordum. Latife'yi bir ata bindirecektim. Ben de bir ata binecektim. Sonra 'Haydi' deyince atlarımızı mahmuzlayıp kaçıracaktım onu..."
* * *
Ne yazık ki nikahlarımız çoğu zaman tribünlere oynadığımız yapmacık seremonileridir hayatımızın...
En mutlu günümüzde, içimizden geçeni değil, üstümüze düşeni yaparız.
O yüzden de tören, kişiliğimizi değil, asrımızı yansıtır daha çok...
Uşakizade köşkünün açılışından 2 gün sonra Çırağan Oteli'nde Erbakan'ın kızının nikahı vardı. Davetteki ikramın şatafatından davetlilerin giyimindeki tezata, yakası güllü kız babasının gelini kolunda salona getirmesinden törenin duayla başlayıp duayla bitmesine ve nikahta dans edilmeyip çigan müziği çalınmasına kadar her şey eleştirildi.
Kendisi, Çınar Otel'de papyonlu smokin giyip başı açık gelinlikli eşiyle içkili, danslı bir düğünde evlenen Erbakan da ihtimal, kızı için farklı bir töreni tercih ederdi.
Lakin hayat, bize bırakmıyor tercihi...
* * *
Doğrusu ben bir Türk nikahında ne duaları, ne dansları, ne yakada gülleri, ne de kolda getirilen gelinleri yadırgıyorum.
"Bunlar geleneğimizde yok" diye panikleyen ulemaya da pek gülüyorum.
Son 150 yıldır değişen üretim tarzıyla birlikte geleneksel hayatımız da fırtınaya yakalanmış bir gemi gibi alabora oluyor. Asırlardır sakladığımız görenekleri döke saça modernizme doğru koşuyoruz. Bu koşuda kimi adetler değişiyor, kimi kayboluyor, kimi aynen kalıyor.
Atalarımızın alaturka hayatıyla, çocuklarımızın alafranga dünyası arasında çekiştirilip duruyoruz iki kolumuzdan...
İşte o yüzden "laik" ailelerin nikahları imam nikahıyla başlayıp, resmi nikah ve komparsitayla sürüyor. İlk vitrin gösterisi bitip de alkol, bilinç duvarını yıktı mı "öze" dönülüyor; ceket bele dolanıyor, pistte halaya duruluyor, atla getirilen gelinin başından dolar yağdırılıyor.
Aynı kargaşa "karşı"da da yaşandığından, orada da peçeye kravat, duaya dans, limonataya alkol karışıyor.
Balans ayarlı tankların, öfke yüklü nutukların yapamadığını, hayat yapıyor sessiz sedasız:
Siyasi ömrünü Batı kulübünü lanetlemeye adamış bir lideri yakasında gülü, kolunda kızıyla Batı kulübünün nikah masasına yürütüyor.
* * *
Bir antropolog dostumun deyişiyle "Kültürel saat, siyasetinkine göre daha ağır işliyor".
Siyasi irade ne kadar kamçılarsa kamçılasın, zaman buna aldırmaksızın, o kamçı yaralarını sara sara kendi aheste akışıyla yeniliyor kostümünü...
Bakmayın siz Ankara'nın çıkmaza saplanışına, aczinden parti kapatışına, değişime ayak uyduramayışına...
Nikahlar gösteriyor ki, zar zor, düşe kalka, eğri büğrü de olsa, bu zorlu koşu sürüyor.
Hayat, karmakarışık bir düğün salonu gibi alafrangayı alaturkaya, gözyaşını kahkahaya, geçmişi yarına bulayarak hepimizi dönüştürüyor.