Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Orhan Pamuk bir söyleşisinde yazarla okuru arasındaki ilişkiyi şöyle tanımlamıştı:
"Okuyucuyu elinden tutacaksınız, 'Gel benimle bak sana neler göstereceğim' diyeceksiniz. Okuyucu size elini verecek. Sonra birden, tuttuğunuz bir demir parçasıyla onun elini dağlayacaksınız. Böylece okur hem size güveneceğini, hem o güven içerisinde sizin onu şaşırtacağınızı, icabında arkadan bıçaklayacağınızı hissedecek. Onu iyice sarsmalısınız ki sizinle birlikte bu macerayı yaşarken, tıpkı bir aşık gibi, evdeki rutinden koparak sizinle birlikte uçabilsin".

* * *
Sevdalı yürekleri dağlamak aklımdan bile geçmez.
Fakat heyhat, yine de "acı gerçek"i açıklamak zorundayım.
Habertürk'te son bir haftadır "Sevgililer Günü hediyesi" olarak sürekli yayımlanan, internette o site senin bu site benim dolaştırılıp sevgililere postalanan ve "umumi istek üzerine" dün bu köşede yeniden basılan "Özleme Dair" başlıklı yazının kahramanı, işte şu fotoğrafta gördüğünüz köpek:
Adı, Tony...
Büromuzun sevgili kurdu...
Onunla 10 yıl kadar önce başlamıştı beraberliğimiz... Minicik bir yavruydu geldiğinde... Bahçemizde bir avuç neşeydi.
Büyüdükçe katmerlendi dostluğumuz...
Her kapıdan giriş çıkışta "kolyesi"ni çözüp turalamaya çıkacağımız umuduyla gözümüzün içine bakar, bu olamayacaksa biraz oynaşma için patilerini kaldırıp cilveyle yatardı.
Bize karşı ne kadar sevecense yabancılara karşı o kadar sertti.
Ayrılığa yol açan da onun bu huyu oldu zaten...

* * *

Bütün büro tarafından beslenip, sevildiği için disiplinsiz yetişmişti biraz...
Geceleri gelen geçene havlama huyundan vazgeçirememiştik.
Komşular önce bir kez uyardılar, sonra belediyeden ekip yolladılar, olmayınca - günahı boyunlarına - bir geceyarısı onu zehirlediler.
Bedeninde pençe pençe yaralarla veterinere yetiştirdik.
O delifişek çocuk gitmiş, cansız, soluksuz bir kucak tüy kalmıştı geriye... Günlerce, gecelerce başucunda iyileşmesini bekledik.
Nihayet dirildi.
Ama ihaneti tanımışlara özgü bir kuşku yerleşti bakışlarına...
Yaralanmıştı.

* * *

Taburcu olurken, onu hayata döndüren veteriner, şehir içinde bir bahçede yaşayamayacağını anlattı bize uzun uzun...
Tam kavuştuğumuzu sandığımız anda gelen bir ayrılık haberiydi bu...
Şehir dışında bir çiftlik tavsiye ediyordu.
"Sakın gidip onu orada görmeye kalkışmayın. Yeni hayatına adapte olabilmesi için eski evini ve sahiplerini tamamen unutması gerekiyor" dedi.
İşte "tedavi"nin asıl öldürücü diyeti buydu:
Birbirimizi unutmaya mahkum edilmiştik.

* * *

Son günü hiç unutmuyorum:
Çiftliğe ait özel araç kapıya yanaştı.
Bütün büro çocuklar gibi zırlayarak bahçe kapısına dizildik.
Teker teker vedalaştık Tony'yle...
Ardından salya sümük el salladık.
"Acaba mutlu mudur", "Üşüyor mudur", "İyi davranıyorlar mıdır" endişeleriyle yaşadık aylarca...
"Dön bebeğim, kulüben seni bekliyor" diye biten yazı, onun fotoğrafıyla birlikte büromuzun duvarında asılı kaldı bir süre...
Sonra, çiftlikten kaçarken bir kamyonun altında kalıp öldüğü haberi geldi.
Belki de şimdilerde internette dolanıp duran bir özlem yazısının gizli kahramanı olmak, ondan esirgenmiş bir sevginin gecikmiş tezahürüdür.