Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

1990 Aralık’ında büyük Türk bestecisi Adnan Saygun hastalandığında onu hastaneden eve Halit Refiğ taşımıştı.
Saygun Hoca arabanın arka koltuğunda bitkin oturuyordu.
Direksiyonda Halit Refiğ şaşkındı.
Heyecandan yanlış yola saptı.
Arkadaki yorgun yolcu bunu fark etti. “Şoförü” uyardı.
Yanlış girdikleri yol, onları Boğaz Köprüsü’ne sürükledi.
Köprüden geçtiler.
Bu, Saygun’un İstanbul’a köprüden son bakışıydı.
Refiğ’le vedalaşırken, ona Eflatun’un “Apologia”sının son paragrafını ezberden okudu:
“Artık ayrılmak zamanı geldi. Yolumuza gidelim:
Ben ölmeye, siz yaşamaya...
Hangisi daha iyi?
Bunu Tanrı’dan başka kimse bilemez.”
* * *
1975’te tanışmışlar, kısa sürede yakınlaşmışlardı.
Halit Refiğ’in müzisyen eşi Gülper Refiğ, Saygun hakkındaki ilk kitabı yazmıştı.
Birlikte bir Mimar Sinan filmi yapmayı düşlemişlerdi. Refiğ çekecek, Saygun müziklerini besteleyecekti. Olmadı.
Ancak Refiğ’in “Wagner’den sonra müzik tarihindeki en büyük besteci ve müzik bilginlerinin en büyüğü” diye tanımladığı Saygun, Türkiye’de hak ettiği ilgiyi görmedi.
Türkiye’nin ilk operasının bestecisi, 1930’larda şeflikten alınmış, konservatuvardan dışlanmış, bakkallıkla hayatını kazanır hale gelmişti.
Ölümünden sonra Halit Refiğ şöyle yazmıştı:
“Bugün bir meraklısı Saygun müziklerini dinlemeye niyetlense bant kaydı yapılmış kaç eserini bulma imkânı vardır?” (Irmak Zileli, “Doğruyu Aradım, Güzeli Sevdim”, Bizim Kitaplar, 2009)
* * *
Saygun son nefesini verirken Refiğ, hemen yan odadaydı.
Sonra ne yazık ki, Saygun’a reva görülenlerin benzeri, Refiğ’in başına geldi.
Türk sinemasının büyük yönetmeni ve ideoloğunun, büyük tutkuyla yaptığı “Yorgun Savaşçı” filmi, 12 Eylül yönetimince yasaklanmakla kalmadı, şahitler huzurunda yakıldı.
“Devlet Ana” teşebbüsü yarım kaldı.
“Gazi ile Latife” bürokrasiye takıldı.
O da küstü, sinemadan uzaklaştı.
Sanatlarını geliştirmek için yüzlerini yerli kaynaklara dönen Saygun ve Refiğ, hayatları boyunca mücadele ettikleri Batı taklitçisi, sansürcü zihniyetin kurbanları oldular.
Ancak ne kadar dışlansalar da zaman, her ikisinin de ismini büyüttü.
* * *
Dün, Halit Refiğ’in ölüm haberinin ardından, Saygun’a yakın bir yere gömülmek istediğini öğrenince bunları anımsadım.
Aklımdan şu soru geçti:
“Bugün bir meraklısı Refiğ filmlerini izlemeye niyetlense, görüntü ve ses kaydı temizlenmiş kaç eserini bulma imkânı vardır?”
Dünya çapında değerlerimizi, sefil bir vefasızlıkla adeta cezalandırarak uğurluyoruz öbür dünyaya...
Arkalarından timsah gözyaşları döküyoruz. Yarın Refiğ ile Saygun buluşacaklar yeniden...
Onlar ölüyor, biz yaşamaya devam ediyoruz. Ya da bir başka bakış açısıyla onlar eserleriyle yaşıyor; biz yaktığımız filmler, yalnızlığa terk ettiğimiz besteciler, gömdüğümüz eserlerle her gün biraz daha ölüyoruz.
“Hangisi daha iyi?”
Bunu bilmek için Tanrı olmaya gerek yok.