Bir AKP milletvekiliyle sohbet ettim geçenlerde... son duruma ilişkin ilginç bir benzetme yaptı.
“Hani” dedi, “ciddi bir hastalıkla yüz yüze gelenler önce kendilerine yakıştıramaz ‘Bana bir şey olmaz’ derler ya; bizim durum da öyleydi. Kapatma davası açılacağının haberleri geliyordu, ama ‘Olmaz, bu kadar oy almış bir iktidar partisine yapamazlar’ diyorduk.”
Ya şimdiki durum?
Hastalık raporunu öğrenen hastanın durumu:
Önce bir panik havası...
Ardından, çare arayışı...
* * *
Aynı teşbihle devam edersek, AKP’nin hastalığa bulabildiği çare, hastalık teşhisini hastane kayıtlarından silmeye benziyor.
Bir de teşhisi koyan doktorun yetkilerini elinden almaya...
O doktoru, kendisine karşı bir örgütün üyesiymiş gibi göstermeye...
Hastane yönetiminin kompozisyonunu değiştirmeye...
Böylece dertten kurtulmayı ümit ediyor.
* * *
Oysa AKP’nin çareyi, mikrobu kaptığı yerde araması lazım.
Mikrobu kaptığı yer, iktidar tahtıdır.
Tarih boyunca çoğu hükümdarı yerinden eden “iktidar körlüğü”, Erdoğan’ın yaklaşan davayı görmesini engelledi.
Son seçim zaferi, hastalığı hepten azdırdı:
Yükseldikçe egosu şişti, başı döndü.
Seçim gecesi parti balkonundan yaptığı açıklamanın aksine, “Her şeyi yaparım, kimseyi takmam” havasına girdi.
Otoritesini dizginleyen, aklıselim tavsiye eden isimleri yanından uzaklaştırdı. “Evet efendim”cilerden bir çalışma grubu kurdu.
Çankaya’da uzlaşmadı.
Demokratikleşmeyi erteledi.
Güneydoğu’yu unuttu.
301’i ağına almadı.
AB’yi bıraktı.
Reformları rafa kaldırdı.
DTP’nin kapatılmasına neredeyse destek verdi.
Başörtüsünde laik kesimi ürküttüğü gibi, kendi tabanını da küstürdü.
Hata yaptıkça hırçınlığı arttı. Üslubu sertleşti. Eleştiriye tahammülsüz hale geldi. Uyarılara kulak asmadı.
Grubundaki, meydanlardaki alkışların gürültüsü, üzerine gelen kamyonun sesini duymasına mani oldu.
İddianamede kendisine atfedilen suçlamaların çoğunun seçim sonrası döneme ait olması da bunun kanıtı...
* * *
Şimdi Ankara alternatif arayışlarıyla kaynıyor.
Kimileri iddianameyi önüne çekmiş “71 kişilik yasaklılar listesi”nden istikbal hesapları yapıyor.
Gül’ün listeye dahil edilmesi, Erdoğan’ı yedeksiz bırakma hesabı olarak yorumlanıyor. Hükümetin beyinlerinden Cemil Çiçek’in listede olmaması üzerine senaryolar inşa ediliyor. Yine liste dışı isimlerden Abdüllatif Şener, Abdülkadir Aksu üzerine spekülasyonlar yapılıyor.
Bir yanda da ara rejim fırsatı kollayanlar kabarmış bir iştahla siyaset sahnesine fırlıyorlar.
Oysa tarihten biliyoruz ki, böyle yapay yollarla bu krizden çıkış yok.
Bu formüllerin bize daha despotik bir yönetim altında, çetelerle yaşamak dışında bir vaadi olamaz.
* * *
Başbakan, demokratikleşme atılımından ve seçim gecesi verdiği hoşgörü yaklaşımından vazgeçmenin kendisine neye mal olduğunu anladıysa, bu, tedavinin ilk adımı sayılır.
Bunu görebilirse, MHP ile “DTP kapatılsın, Ergenekon’da frene basılsın, yeter ki bana dokunulmasın” türü pazarlıklara girmenin kendisine neye mal olacağını da anlayacaktır.
Bundan sonra (sadece hükümet için değil, tüm taraflar için) yapılacak iş, egoları yatıştırıp aklıselim çağrılarına kulak vermek ve geri çekilmek yerine cesaretle daha fazla demokratikleşme formülünde buluşmaktır.