Avcılık tarihini hep avcılar yazdı. Duvarında asılı geyik boynuzları altında gururla poz veren avcıların cesaret ve isabet öyküleri yer aldı o kitaplarda...
Keşke geyiklerin kaleminden de bir “Avcılık Tarihi” okuma şansımız olsaydı.
O zaman tarihin nasıl farklı versiyonları, değişik okumaları olabileceğini görürdük.
Orada av muhtemelen, kanla yazılmış bir “geyik soykırımı” olarak anlatılır, duvarlardaki geyik başları da “soykırım kanıtı” sayılırdı.
* * *
“Osmanlı Tarihi”, bir de boğdurulan şehzadelerce kaleme alınabilseydi keşke...
Acaba onların kitabı da lisede okuduklarımız kadar şanlı mı anlatırdı imparatorluğun mazisini?.. Yoksa onların tarih kitabı, sayfaları arasından kan sızan bir cinayet romanını mı andırırdı daha çok?..
“Amerika’nın keşfi” lafının, “beyaz adam”dan önce orada yaşayan yerlilere nasıl komik geldiğini düşündünüz mü hiç?
Onlar “keşif” yerine “işgal” demeyi tercih ediyor.
“Keşif Yıldönümü” diye kutlanan günü ise “Katliam Günü” olarak anıyorlar.
Mandela ırkçı Güney Afrika rejimi için “terörist”ti; mücadelesini başarıya ulaştırınca “Devlet Başkanı” oldu.
Aynı şey Arafat için de geçerli...
Peki Bin Ladin ABD gözünde “özgürlük savaşçısı” iken nasıl birden “terörist” oluverdi?
Yenilen silahlı eylemcilere mi “terörist” diyoruz yoksa?
* * *
Öyledir.
Tarih, muzafferlerin eseridir.
Ne yaşandığını, kazanan, kendine göre dikte ettirir.
Kaybedenin icraatı, “ihanet” olarak kayda geçilir.
Darbeler için de bu geçerlidir.
Eğer Talat Aydemir 22 Şubat 1962 sabahı tanklarla Çankaya’yı çevirip Cumhurbaşkanı ile kuvvet komutanlarını kıstıran Fethi Gürcan’a “Enterne et onları” deseydi, bugün biz Talat Aydemir’i “eski Devlet Başkanı” olarak tanıyor, 22 Şubat’ı da “”Devrim Günü” olarak anıyor olacaktık.
Oysa şimdi Aydemir’i “çılgın bir ihtilal girişimcisi” olarak tanıtıyor tarih kitapları...
Başarıya ulaşan darbecileri ise “eski Cumhurbaşkanı” sıfatıyla selamlıyoruz.
* * *
Lafı Ergenekon’a ve günlüklere getireceğim.
Yargılamaya ilişkin esaslar, medya etiği epey tartışıldı.
Bir de “reel politik” var.
Bu darbe, planlandığı tarihte gerçekleşseydi, bugün gazeteler “Ayışığı Sonatı” başlıklı diziler yayımlıyor olacaktı.
“Devrik Genelkurmay Başkanı Özkök”, onu deviren kuvvet komutanlarınca askeri mahkemede “ihanet” suçlamasıyla yargılanacaktı.
Çocuklarımız “Tolon Caddesi”nden geçip “Eruygur İlkokulu”na gidiyor olacaktı.
Ve “Darbe Günlükleri”nin yazarlarını sanık değil, bakan koltuklarında görecektik.
Tıpkı “bir önceki darbe” 12 Mart’ta değil, 3 gün önce olabilse tasarlandığı gibi...
* * *
Tarihi, nihai gerçek diye değil, güçler dengesi kılavuzuyla, “muzafferlerin yorumu” olarak okumak gerek.
Kazananın darbe günlüğü “Devrim Güncesi” sayılır; kaybedeninkinden iddianame yazılır.