Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Eskiden büyük devlet adamları tatile giderken “izne çıktı” denmez, “Yaz dönemi çalışmaları için” filanca yere gittiği söylenirdi.
Benimki öyle değil.
Ben düpedüz çalışmak için izin aldım.
Hasretle beklediğim bir tatil haftasını, ahşabından har fışkırtan bir tavanarasında, bilgisayar ekranı karşısında geçirdim.
Saçlarımda tuzlar, ayak parmaklarımda kumlar yerine el parmaklarımda karıncalar hissettim.

“Son dakika”sız tatil
“Niye izinde çalışıyorsun?” diye sorarsanız, “Başka zaman yok da ondan” derim.
Bir gazetede günlük yazı yazıyorsanız öyle uzun süre dünyadan kopma şansınız yoktur. Tüm gazeteleri okumak, gün boyu haber kanallarından gelişmeleri izlemek, yorumları dinlemek zorundasınızdır.
Oysa mesela bir kitap ya da senaryo yazıyorsanız bunun için dış alemden kesinkes kopmanız gerekir.
Bir flaş haber, bir “son dakika” gelişmesi, içine girdiğiniz düş dünyasında, balona batırılmış iğne etkisi yapar.
Patlar düşünce balonlarınız...
O yüzden bu tür işe kalkışanlar için tek yol, olgusal yazılara bir süre için olsun boş verip kurgusal yazıların dünyasına dalmaktır.
Ben de öyle yapmaya çalıştım. 

Vazifeşinaslık
Zaten hepi topu birkaç haftalık tatilimi çalışarak geçirdim diye sızlanacak değilim.
Bu yaza özgü bir durum da değil bu...
Her yaz böyle...
Tedaviye muhtaç bir işkoliğim ben...
İçimdeki lüzumsuz “vazifeşinaslık bezleri”, çalışmadığım zamanlar “vicdan azabı hormonu” salgılıyor.
Ve o vicdan azabı, bana şöyle kumlarda yan yatıp miskinlik yapmayı yasaklıyor.
Hababam yapılacak işleri, yazılacak şeyleri düşündürüyor.
Ellerimi kaşındırıyor, kumsala lap-top taşıttırıyor, sahilden uyduya bağlanıyor, cep telefonu olup zır zır ötüyor, tatili zehrediyor.
Hırs mı?
Vallahi değil...
Kendine eziyet sadece...
Gönüllü kölelik...

İşçi arı
Bir şezlonga uzanıp kişisel tarihçemden bunun sebeplerini bulmaya çalışıyorum.
Neden tatili nihayet bir ense yapma fırsatı değil de, farklı bir çalışma ortamı olarak görüyorum?
Neden tatilde bile bir “işçi arı” halinde dolanıyorum?
Niye gece sahilden gelen eğlencenin sesini duymamak için pencerelerimi sımsıkı kapatıyorum?
“Karınca ile ağustosböceği” masalını fazla ciddiye almaktan mı?
“Vaktini boşa harcama” öğüdüne takılıp kalmaktan mı?
Belki...
Bu listeye bizim talebeliğimizin “tatil ödevleri” yüklemesinin ağırlığını da katmak lazım.
Okulda yaz, bütün kışın birikiminin hazmedileceği bir sindirim dönemi gibi görülürdü.
Gözden geçirilecek dersler, okunacak kitaplar, yapılacak ödevlerle tatil, adeta “fazla mesai”ydi.

657’ye tabi tatil
Ama mesele bundan ibaret değil.
Sanıyorum daha ciddi bir “kurumsal gerekçem” de var.
O da şu: Ben memur çocuğuyum.
Memur çocukları bilir: Bizim tatiller 657’ye tabidir.
“Kamp”tır yani...
Su kenarına taşınmış lojman hayatıdır.
Mayo üstüne kravattır.
Kamp için kıştan sıraya girilir; gidilecek dönem, aylar öncesinden belirlenir.
Babam daha ilkbahardan, bavula konulacakları uzun bir liste haline getirir. Onlar ütülenir, katlanır, hazır hale getirilir.
Yolda yenilecekler, orada giyilecekler özenle seçilir. Kampta ise uyanma saati bellidir; kahvaltı saati, deniz saati, yemek saati, uyku saati, çay saati, tekrar yemek saati, dans saati, uyku saati, kamp ışıklarının sönme saati... Hepsi nizama tabidir.
Riayet mecburidir.

Daire’de tatil
Ayrıca “Daire”nin (sahi, neden “daire”dir o?) ileri gelenleri de kamptadır:
Genel müdürler, daire başkanları, şube müdürleri, müsteşar vs...
O yüzden, herkes ve her şey “usulü dairesinde” ve ölçülüdür.
Öyle paçoz giyinemezsiniz; Allah vermesin, genel müdür görür.
Rahatça makaraları koyveremezsiniz; müsteşarın karısı üzülür.
Yaz aşkına düşseniz uluorta öpüşemezsiniz; anında memurların diline düşülür.
Kumsalda üzerlerinde sadece mayo olsa bile memurların rütbeleri, unvanları, statüleri omuzlarında görünmez birer apolet gibi kazılıdır; hallerinde, tavırlarında, yürüyüşlerinde, emredişlerinde yazılıdır.
O yüzden her an yanlış bir havluya basma kaygısıyla, daire koridorundaymış gibi temkinli yürürsünüz kamp kumsalında...
Samimiyet, sınırlı sorumludur.
Denizde ancak dubalar yol verdiği kadar açılabilirsiniz; karada ancak bordronuz elverdiği kadar...

Esir kampı?
İşte bu durum, “tatil kampı”nı bir “esir kampı”na çevirir.
Nasıl zenginler, yazın neredeyse tüm malvarlıklarını sahile taşırlarsa, memurlar da statülerini sırtlanıp kamp yaparlar.
Dolayısıyla hiçbir zaman kravatlarını gevşetmiş, farklı bir hava teneffüs etmiş, ortam değiştirmiş, dinlenmiş olmazlar. 
Tatil, sıcakta bir hiyerarşi pekiştirmesinden, bürokrat çekiştirmesinden öte anlam taşımaz.
Saati gelince kalkar, vakit gelince ödev yapar, denizde genel müdürü kollar, kamp ışıkları sönünce de yatarsınız.
Tatili bundan ibaret sanırsınız.

Teşhis
Çocukluğu boyunca böyle tatil yapmış birinin, yaz güneşini gördü mü, “Allah’ım çalışmalıyım... Daha çok çalışmalıyım...” diye işbaşı yapmasından ve sürekli saati kollamasından daha anlaşılır ne olabilir? Nitekim öyle oldu.
İzin aldım; evde günlük yazılara ara verip başka yazılara daldım.
Bir hafta sonra ekranda bir “Son dakika” yazısı gördüm.
Tatili yarıda kesip günlük yazılara döndüm.
Becerebilenlere eğlenceli, kesintisiz, mesaisiz tatiller dilerim.