Birkaç yıl önce bir taşınma telaşında evde bir defter buldum.
Dokununca hışırdayan mavi kaplama kağıdıyla özenle kaplanmıştı. Üzerindeki etikette "1 - C" yazıyordu.
Mazime ait bir hazineyi çıkarırmışcasına kaldırdım kapağını...
İlk sayfalarda dik çizgiler, yan çizgiler... Kırmızı kenar çizgisi yanında saç örgüsü süslemeler... artılar, eksiler... ilerleyen sayfalarda çocuksu resimler... kediler, evler... küçüklü, büyüklü harfler... Sonra birden kelimeler: "Kapı... sıra... dolap..."
Ve ardından ilk cümleler:
"Cumhuriyet bayramı geldi", "Ali Atatürk'ü süsle", "Can bayrak tak".
* * *
Okul hayatının ilk gününde, küçük bir bavulu andıran çantası, ayağında spor ayakkabısı, üzerinde kareli hırkasıyla kantin önünde, annesinin yanında hazırolda duran fotoğraftaki o çelimsiz çocuğun ilk defteriydi bu...
Sayfalarını karıştırırken kırık dökük binbir anı döküldü içinden:
Sallanan dişlerim, sayı fasulyelerim, Cin Ali'lerim, Doğan Kardeş'lerim, kırmızı kurdelelerim, blok flütümle mandolinlerim, beslenme torbasında kurabiyelerim, iyi'lerim, pekiyi'lerim, iftiharlarım, teşekkürlerim, DMO kalemlerim, sobalı gecelerim, uykulu sabahlarım, ...ve Cuyibar Hanım... benim melek öğretmenim...
"Örtmen" "hoca" olmamıştı daha... Silgiler kokusuz, domatesler hormonsuzdu. Servis yoktu, okul çıkışında sımsıkı sarılan anneler vardı. Kara tahta fena tozutuyor, beyaz kolalı yaka boğazımı kesiyordu. "Şans, talih, kader, kısmet 5 kuruşa" satılıyordu; zenci kızlı Mabel sakızından Cemil Turan kartları çıkıyordu. Çamlıca gazozunun içine leblebi atıp içince daha eğlenceli oluyordu; kerrat cetveli zor ezberleniyordu; yerli malı haftalarında kuru incirle üzüm yeniliyordu, hiçbir şey atılmıyor, onarılıp yeniden giyiliyordu.
20. yüzyılın en güzel yıllarından biri başlıyordu; ne yazık, biz bunu bilmiyorduk.
* * *
Ayfer Tunç'un "Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek" kitabında (YKY, 2001) kuşağımın o ilk boy aynasından daha nice ayrıntı var:
Arka arsa, pamuk helva, leblebi tozu...
"İsim, şehir, hayvan", lak lak, müselles, lik, sırtta havlu...
"Hadi oğlum, akşam oldu, eve", "N'olur biraz daha anne...", "Üç korner bir penaltı, altıda devre"...
İki ortalı çizgisiz defter, iletki, pergel, gönye...
Renkli elişi kağıdı, krepon kağıdı, sınıf başkanı...
Tahtada yaramazlar listesi... ilk ihbar müessesesi...
Okuma fişi, beslenme saati, takla minderi, bayrak töreni...
"Hadi baba, resim ödevi..."
Kasvetli koridorlarda Atatürk ve yangın köşeleri... Çarpık dişler, kısa saçlar, "...ey ışık saçlar, ey yele kaşlar...", şiir yarışmasında ciyak ciyak kızlar ve en muzip bakışlar:
"Yediyordu Elif kağnısını, kara gecedennn, gecedennnn..."
Sıkışık tahta sıralar, Kızılay'dı, Edebiyat'tı türlü çeşit "kol"lar...
Mazeret raporu, aşı günü, tırnak - mendil kontrolü...
Boy sırası, patates baskısı, veli toplantısı...
Ayfer Tunç'un yazdığı gibi, "yoksulu zenginle eşitleyen" siyah (ve genellikle "büyüyünce de giyebilsin" diye bol alınmış) önlüklerimiz içinde suskun, itaatkar ve bir örnektik.
O yüzden koca bir nesil bu renksiz okulu pek sevemeden yetiştik.
* * *
30 yıl önce geçtiğim o uzun yola oğlum giriyor yarın...
Kitaplar daha renkli artık... Formalar rahat, silgiler kokulu... Koridorlar kasvetsiz...
İlköğretim 3 yıl arttı; etti sekiz...
Yine yazdan kalma bir eylül sabahı başlayacak uzun koşu...
Kantin önünde hazırolda duran, dişleri sallanan cılız oğlan... bu kez benim oğlum...
Yanıbaşında annesiyle, 30 yıl önceki çelimsiz çocuk...
Onu götürüp sınıfının kapısına bırakacağız.
Sonra arkasından umutla el sallayacağız:
Ona, itaat yerine özgürlük aşkı öğretilsin diye... ezberlemesin merak etsin, sınıfında ihbarcılık değil dayanışma yüceltilsin, usluluğundan çok girişkenliği övülsün, okulu değilse de okumayı sevsin diye...
Yarın ve ardından gelecek yıllar, 21. yüzyılın en güzel yılları olsun diye...
Hadi çocuklar; selametle!..