Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Danimarkalı genç senarist Hans Jörgen Lembourn 1959 yazının başında New York 57. doğu caddesinde bir dairenin kapısını çaldı.
İçeri buyur edildi. Biraz bekledi. Az sonra, tanışmak için can attığı, düşlerinin kadını göründü karşısında:
Marilyn Monroe...
Yüzü uykusuzluktan kırış kırıştı; gözleri uyku ilaçlarından fersiz...
"- Beklettim, kusura bakmayın" dedi Marilyn.
"- Üzülmeyin, zamanım çok benim"
diye yanıtladı Lembourn...
Şaşırdı Marilyn:
"- Yıllardır zamanı olan bir adama rastlamamıştım"
dedi hayranlıkla; "Benimse her şeyim var, bir tek zamanım yok."

"- Tabii"
dedi genç adam, "...çünkü zaman satın alınamaz, yakalanabilir ancak..."
O gün tam 5 saat konuştular.
Bir hafta sonra pastırma yazının güzel günlerinden birinde, Lembourn'un kaldığı ucuz otel odasının kapısı çalındı.
Gelen Marilyn'di.
Hiçbir şey söylemeden odaya daldı, perdeleri çekti, soyundu ve genç senaristin yatağına girdi.
Ertesi gün Hollywood'un efsanevi starı, bütün işlerini bir kenara bırakacak ve "zaman zengini" sevgilisiyle çöller ve ülkeler aşacağı çılgın, uzun bir yolculuğa çıkacaktı.
* * *
Çoğumuz, saniyelerin nasıl hızla akıp gittiğini gösteren kelepçeleri tatilde bile bileğimizde gönüllü taşıyarak, gözümüzü o kelepçenin sabırsız akrebinden, kulağımızı damarımızdaki tik - takların yorucu sesinden bir an olsun ayırmadan kör bir telaşa koşuyoruz, koşmamız gerektiğini düşündüğümüz yolu...
Zamanla yarışıyoruz.
Yolun başından bir an önce büyüme telaşıyla, sonraları ayak dirememize rağmen artan bir tempoda ve sona doğru zamanın nasıl böyle çabuk akıp gittiğine akıl erdiremeden, çokça pişman ve bir hayli küskün bir edayla tüketiyoruz onu...
Biz onu tükettik sanırken, aslında onun bizi tükettiğini fark ettiğimizde vakit çok geç oluyor.
Sanki zaman geçmiyor, biz faniler geçiyoruz zaman tanrısının önünden, ah vah edip inleyerek...
Daha hızlı yaşarsak zamanı öldürebileceğimizi sanıyoruz, oysa hızlandıkça o daha çabuk öldürüyor bizi...
Vakti kötü kullandıkça, vakit de bizi kötü kullanıyor.
Zamanla, zamana yeniliyoruz.
* * *
Galiba insan bir yaştan sonra fark ediyor, baş edemeyeceği yegane hükümdarın zaman olduğunu...
O insafsız sarkaç, her bir darbesinde ömrü eksiltiyor çünkü...
Hiçbir barikat, kum saatinin delice akan ince belini tıkamaya yetmiyor.
Sonucu belli bir kavga bu... yenilgi kaçınılmaz.
Ama zamanla yaşamayı öğreniyor insan...
Zaman, bize yaşamayı öğretiyor.
Zamanla yarışmamak, zamanla barışmak gerektiğini anlıyor.
Onu çoğaltmanın tek yolunun onunla iyi geçinmek ve sevdikleriyle paylaşmak olduğunu öğreniyor.
Zaman, bu sırra erenlerin en yakın dostu oluyor ve kestiği cezadan pişman olmuş bir tanrı gibi, zamanında kendi açtığı yaraları onarıyor birer birer...
Sırrı çözemeyenler ise, o zalim çarkın acımasız dişlileri arasında yitip giden yıllarına dövünerek vedalaşıyorlar hayatla...
Zaman tanrısı "Hiç vaktim yok" diyenleri değil, "Benim vaktim çok" diyenleri kutsuyor.
"...çünkü zaman satın alınamaz, yakalanabilir ancak..."