Dünyada nasıl bilmiyorum ama; genç kuşağın kendi aralarındaki konuşmalarda en çok kullandıkları savunma ve eleştiri deyimlerinden biri:
- Manyak mıyım ben?.. Manyak mısın sen?..
* * *
Örneğin genç bir kız, yakın bir kız arkadaşına:
- Sontunç’u bir daha aradın mı, diye sorduğunda; şayet gergin bir konuya dokunmuşsa, aldığı yanıt şöyle oluyor:
- Manyak mıyım ben; bir daha arar mıyım o manyağı?..
* * *
Bizim kuşağın -özellikle kadınları- kendi aralarındaki dertleşmelerde:
- Deli miyim ben, hiç gider miyim kaynanamın evine, derlerdi.
* * *
Birbirlerini uyarırlarken de:
- Bir delilik etme sakın, derlerdi; boşanmaya kalkıp da...
* * *
Yüzlerce yıldan bu yana, kuşaklar arasındaki farklar; un çuvalı gibi vurdukça tozur durur.
* * *
Anlaşılan bizde de bu kez; “delinin teki o” küçümsemesi, “manyağın biri o” aşağılamasına dönüşmüş.
* * *
“Delilik” ile “manyaklık” arasındaki tanımlamaları yapmak da pek kolay değil.
* * *
“Delilik”, bir bakıma “akılsal tutarlılığını yitirmiş olmak” demek; örneğin bir temizlik işçisinin kendisini, bir “general”, yahut bir “bakan” sanmaya başlaması gibi...
* * *
“Manyaklık” ise, genellikle “garip bir saplantıya çivilenme”...
Örneğin, her pencereden bakanı kendini izleyen bir ajan sanmak gibi...
* * *
Ancak “delilik”, güncel dilde “övgü”ye, hatta “övünme”ye doğru da salıncaklanan bir kavram.
* * *
Bir kadın sevdiği bir erkeğe:
- “Hadi yine yap bir delilik de, binip gidelim şu turist gemisine” de, diyebilir:
- “Ben de seni seviyorum deliler gibi” de, diyebilir...
* * *
“Delilik”, “çılgınlığa” dönüştüğünde, daha da payelenir.
Bir kahramanı överken:
- “Doğrusu tapılacak bir adam o; çılgınlar gibi sevmiş vatanını da, milletini de; o yüzden dikmişler anıtını her yere” de denebilir:
- Şu bizim çılgın Türkler, aynı anda yine almaya kalkmazlar mı Viyana’yı da, Roma’yı da denebilir.
* * *
“Manyaklık” aynı tür bir salıncaklanmada, “övgüye ve övünmeye” doğru aynı hızda uçamıyormuş gibi...
* * *
Gerçi:
- Bir manyaklık ettim, borca girdim, aldım o arabayı diyenler de var ama:
- Seni manyaklar gibi seviyorum, diyen pek yok galiba...
* * *
“Deli”lik konusunda, az şiir, az öykü, az roman da yazılmamıştır.
Sık sık akıl hastanesine düşen Neyzen Tevfik’in de; eskilerin “mısra-i berceste, güzel mısra” dedikleri düzeydeki mısraları işte:
Çıt işitsem, gelen odur sanarım;
Deliyim, her muhale aldanırım.
* * *
“Manyaklık” konusunda; edebiyat da dahil, güzel sanatların kapıları kapalı henüz; her ne kadar sanatçılara açıksa da...
* * *
Küçük bir ilk deneme yapmaya çalışalım biz:
Çatışmalar sürsün ne demek manyak;
Ölenler ölmesin, sen öl yerine.
Manyak ne anlarmış, ne demek yanmak;
Aldırmaz İNSAN’ın genç değerine.
* * *
Hava da yine sisli puslu, yağmurlu...
Medyada da sürüp gidiyor “sulara sellere teslim olma” tefrikaları.
* * *
Dünkü Milliyet’in çeyrek manşetten verdiği haber büsbütün çarpıcıydı:
“YÜKSEK TEKNOLOJİ YAĞMURA TESLİM”
* * *
Haber de şöyle başlıyordu:
“KOCAELİ’NİN Gebze ve Çayırova ilçelerinde şiddetli yağmur felakete yol açtı. 15 dakikada sele teslim olan Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün 20 binasını su bastı, laboratuvarlar zarar gördü. Binalarda mahsur kalanlar kepçelerle kurtarıldı...”
* * *
“Olduğundan fazla görünme saplantısı” da, tipik bir “manyaklık” örneğidir; bilimsel adı da “Megalomani”...
* * *
Özellikle son yüz yıldan bu yana, böylesi psişik bir salgına mı uğradı buraları acaba?
Uğradıysa da neden uğradı; bir kurcalayan çıkmıyor.
* * *
Oysa çok sağlam bir ilkedir:
- Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol, ilkesi...
* * *
Şimdi genç dostlardan bazıları:
- Bana ne ilkeden milkeden, diyecekler; ben aklıma estiği gibi takılıyorum...
* * *
“Mevki sahipleri” de:
- “İmajımızı” bozmaya kalkmak; hainliktir, diyebilirler.
* * *
Ya biz ne diyelim:
- Osman Nihat’tan bir alıntıyla “ahım gibi ah var mı acep ahlar içinde” mi diyelim?...
* * *
Yok canım hayır, İNSAN her zaman özlüyor, deliler gibi gülmeyi de...
Fırsatlar da az değil hani...