Ahmet Altan’la da, Mehmet Altan’la da; kızım Zeynep Bakan’ın sadece gülümsemekle yetindiği ortak bir şakalaşmamız vardır.
Yıllardan beri, kahkahalarla birbirimize sorarız:
- Babalar ne işe yarar, diye?
* * *
Bendenizin kendime özgü yanıtı:
- Babalar hiç bir halta yaramaz...
* * *
Bizim Türkiye’nin sorunları kadar, karmaşık bir sorundur anne-baba-çocuk ilişkileri...
* * *
Canımız yandığında:
- Ah anam, deriz.
Neden:
- Ah babam, demeyiz ki?..
* * *
Rıfat Ilgaz da, ünlü tiyatro oyununa “Hababam sınıfı” adını koymuştu; “Ha anam sınıfı” adını koymamıştı.
* * *
Vaktiyle Heybeli Ada’da, özel kiralanan bir eşekle Ada’yı turlamaya kalkanlar arasında, bindikleri eşeği koşturmaya çalışanlar da; özengilerin üstünde ayağa kalkar:
- Ha babam, ha babam, ha babam, derlermiş.
* * *
Bir gün Heybeli Ada’ya gelen, çıt kırıldım bir Osmanlı kibarı ise, kiraladığı eşeği koşturmaya çalışırken:
- Ha pederim, ha pederim, ha pederim, diyormuş.
* * *
Dünkü medya haberleriyle, “hukuk” tartışmalarını izlerken; kimlerin:
- Ha babam... ha babam... ha babam, dediği ile; kimlerin:
- Ha pederim... ha pederim... ha pederim, dediğini kestiremiyordun.
* * *
İster istemez:
- Yandık anam, demekle yetiniyordun.
* * *
Cennet anaların ayağının altındadır” diye bir halk deyimi var.
Buna karşılık en çok sövülenler de, nedense analar:
- Anasını, avradını, kızını, kısrağını...
- ...
- Anasını şey ettiğimin herifi...
- ...
- Ananın örekesi...
* * *
Babalar gününde, hadi bir de “post-modern” bir fıkra attıralım:
Nasreddin Hoca’ya:
- Hoca, demişler; babanla aran nasıldı?
- Benim iyi yetişmemi isterdi ama, “libido” nedir bilmezdi. Yetişkinliğimde bile, gece kulüplerine gitmemi yasaklamıştı. Oraların birer batakhane olduğunu söylerdi.
- Ama sen yine de gidiyordun. İlk kez bir gece kulübüne gittiğinde ne hissetmiş, ne görmüştün?
- Babamı görmüş ve beni görürse diye de, korkmuştum.
* * *
Bir doğum evinin koridorlarında, sabırsızlıktan içi içine sığmayan bir de horoz dolaşıyormuş.
Nihayet bir hasta bakıcı, hızla gelmiş yanına:
- Rahatlayın, demiş; nihayet çıktı yumurta...
* * *
Siyasette de herkes bir şey yumurtluyor ama; yumurtlanan yumurtaların, hangi horozları rahatlattığı hiç belli olamıyor.
* * *
Okul müdürü, çalan telefonu açtı, bir ses:
- Müdür bey misiniz, diye soruyordu.
- Evet benim, buyurun.
- Özgüç bugün çok hasta, birden ateşi çıktı, okula gelemeyecek...
- Kiminle konuşuyorum?
- Babamla...
* * *
Çocuk babasına:
- Ben İstanbul’da doğdum öyle değil mi, diye soruyordu.
Babası da:
- Evet öyle, diyordu.
- Peki, sen nerede doğdun?
- Ben de, Bulgaristan’da, İslimye’de...
- Ya annem nerede doğmuş?
- O da Rize’de...
* * *
Çocuk biraz düşündü, sonra da babasına:
- Doğrusu çok tuhaf, dedi; üçümüzün de birbiriyle karşılaşıp buluşmuş olması, öyle değil mi?
* * *
Av. Taner Aktop’tan da bir fıkra:
Soru:
- Başarılı erkek kimdir?
Yanıt:
- Karısının harcayabileceğinden, daha fazlasını kazanabilen erkektir.
Soru:
- Başarılı kadın kimdir?
Yanıt:
- Böyle bir kocayı bulabilen kadın...
* * *
Muzaffer Özdemir’den bir şiirle bitirelim yazıyı:
Bir sohbetin özeti
- Yok olunca babacığım
Kavga- dövüş yeryüzünden
- Barışı dünyaya sığdıramazsan
Dünyayı barışın içinde sakla
- Bir de sevgi babacığım
Aşarsa insan boyunu
- Sevgiyi insana sığdıramazsan
İnsanı sevginin içinde sakla
- Umudumuz babacığım
Dağlarımızdan yüce
- Umudumuz daim aydınlık olsun
Uzanan seheri içinde sakla