Hakkı Devrim’in, dünkü Radikal’deki "Cihannüma"sında ilk yazısı; gitgide gülmekten uzaklaştığımız üstüneydi.
Hakkı Devrim şöyle diyordu:
"...Kahkahalarla gülünecek hallere düşüyoruz, içimizden gülümsemek bile gelmiyor. Bilir misiniz ki, kuruduğumuza işarettir bu, dokunsalar kırılacak kadar gevrekleştiğimize..."
Ve Hakkı şöyle devam ediyordu:
"Kendimizle alay etme gücü geleneğimizde var bizim. Şeyhî’ler ‘Harname’, Fuzulî’ler ‘Şikayetname’, Nefi’ler ‘Siham - ı Kaza’, Bağdatlı Ruhi’ler ‘Terkibibend’, Ziya Paşa’lar ‘Zafername’... Bir şair Eşref, bir Neyzen Tevfik...
Halk şiirinin ozanları, Dertli, Bayburtlu Zihni, Seyrani... Mizah şaheserleriyle düzyazı ustaları, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Rasim, Ercüment Ekrem Talu, Aziz Nesin...
Nerelerdesiniz?"
***
Bundan 50 yıl önce de, Yusuf Ziya Ortaç gibi, Vala Nurettin gibi, köklü bir donanımdan gelme üst düzey kalemler, gitgide sığlaştığımızdan yakınırlardı. Sığlaşmakta, mizahtaki zeka kıvılcımlarından; nükteden, telmihten, cinastan, kinayeden ve dildeki ince örgülerin yarattığı gülüş ve kahkahalardan uzaklaşma da vardır.
Bugün de haklı olarak Hakkı Devrim yakınıyor.
Sade Türkiye değil, dünya da sığlaşmakta. Fransa’da Gustave Flaubert’i okuyanların oranı yüzde 7’ye düşmüş. Anatole France da, bir hayli silinmiş okul kitaplarından. Artık ne bir Jules Renard’a, ne bir Marcel Aymé’ye rastlanıyor.
***
Olanaklar genişledikçe; özel araba sayısıyla cep telefonu yaygınlaştıkça; insan malzemesinin ortak kalitesi de düşmeye başlar.
Bugün Hindistan’da, transistor sahibi olmayan kimse yok gibidir; ama o transistorlarda Puccini ile Verdi’yi de dinleyen yok gibidir.
Eski aristokratik elitizm, kendisinden daha geniş halkalı bir burjuvazi realizmine dönüştükten sonra; şimdi de, 21. yüzyılın kapısını vuran "dünya vatandaşlığı"nın, eski beyinsel bahçelerden iyice uzaklaşmış "bir kat - bir araba" sevdasına doğru, ahtapotlaşıyor.
***
Türkiye’nin, - Hakkı’nın da işaret ettiği gibi - karikatüristler dışında; mizah yaratıcılığının kahkaha yelkenli hümur rüzgarlarından uzaklaşmasının nedenleri, ayrıca biraz daha başka...
Türkçe gitgide kısırlaşıyor.
Nasıl İstanbul’un "hünkar beğendi"si, Güneydoğu ve taşra kültürünün çeşitli kebaplarına mağlup olduysa; Tazminat Türkçesi de, halk ozanlarının arıtılmış ama kıvrak kullanımını yitirmemiş Türkçesi de; gecekondulaşmanın, kelime haznesi daralarak kısırlaşan Türkçesine mağlup olmada...
***
Bugün Türk parlamentosu 400 kelimeyle ya konuşuyor, ya konuşmuyor. Acaba Avam Kamarası kaç kelimeyle konuşuyor?
Bir de medyaya bakmak gerek. Medyanın da 800 kelimeyi geçtiğini sanmıyorum. Fransız edebiyatında en az kelime kullanmış olmakla ünlü Racine, 2 bin kelime kullanmıştır; Victor Hugo 20 bin...
***
Mizah ve gülme dışına doğru kaymamızın nedeni, sadece Türkçenin kısırlaşması da değil üstelik.
Nüfus, Bayburtlu Zihni dönemlerinin 10 - 12 milyonundan, çıkmış 68 milyona...
En büyük rantı ve itibarı politikanın getirdiği bilinci yaygınlaşmış.
Ve politika, bütün sanal bir "asrîölik yaratma çabalarına karşın; yine en sonunda, Kışla - Cami parfümlü iki nirengide odaklaşmış.
Oysa gelenek olarak ne Kışla’da kahkaha vardır, ne Cami de...
Bir de buna, politik bir kişilik görünümü kazanmak isteyenlerin ciddi suratlarını ekleyiniz...
***
Kasabalaşan kentlerdeki evlerden edinilen kültür de, artık ne Osmanlı İstanbul’unun hiciv ve esprili fıkralar kültürü, ne Osmanlı - Tanzimat - Milli edebiyat kültürünün; Fazıl Ahmet, Neyzen Tevfik, Ercüment Ekrem, Çamdeviren (Faruk Nafiz) iğnedanlıklı, değişik espriler kültürü...
***
Yeniden bir dönüşüm olur mu Türkçenin kendine özgü mizah bahçelerine? Aşıklar sandalla yalıların önünden geçerken, yine duymaya başlarlar mı sevgililerinin evlerinden yükselen şen kahkahaları?
Hiç sanmıyorum; vaktiyle Behçet Kemal’in söylediği gibi, o tür beyinsel ve gönülsel lezzetler, bir sır olarak kalmaya başlıyor bizim kuşağın gitgide küçülen kesiminde...