Arada sırada bizim politikacıların da kullandığı bir deyim var:
-Damdan düşenin halinden, damdan düşen anlar.
* * *
Bu konuda, TV ekranlarındaki açık oturumlarda bir tartışma açılsa; tam cumartesiye yakışan ne matrak zırvalama toslaşmaları olurdu kim bilir?
* * *
Biri:
-Önce incelemek gerekir, derdi; damdan düşen, neden dama çıkmış?
Öteki:
-”Damdan düşme” deyimi, “mecazi bir anlamda” kullanılıyor derdi; aynı acıyı çekmiş olan, ancak anlayabilir öyle bir acının ne olduğunu, anlamına...
* * *
Bir başkası:
-Neden, derdi; bir “mecaz”, yahut bir benzetme olarak “damdan düşme” yeğlenmiş de; “arabadan düşme”, “eşekten düşme”,”ağaçtan düşme” yeğlenmemiş; önce onu saptamak gerek...
* * *
Hemen yanıt verirdi karşısındaki yorumcu:
-”Damdan düşme” çok daha nadir ve sıradışı olduğu için...
-Evet ama, her damın yüksekliği de bir değil. 20 katlı bir apartmanın damından düşmekle, tek katlı bir barakanın damından düşmek aynı şey mi?
* * *
Tartışmalar en az 3 saat sürerdi:
-Dama çıkan, kaçmaya uğraşan bir hırsız mı; yoksa damı aktarmaya mı çıkmış? Kaçmaya uğraşan bir hırsız damdan düşmüşse, damı aktarmak isterken damdan düşenin halinden nasıl anlar?
* * *
Biraz daha gerçekçi olmaya çalışan bir yorumcu da:
-Hepsi laf bunların, derdi; “damdan düşen, damdan düşenin halinden anlasa”; yoksul ailelerden gelme birçok üniformalı, o kadar kötü mü davranırdı yoksullara?
* * *
Bir de evine hırsız girmiş olan Nasreddin Hoca’nın, o ünlü fıkrası tartışılsaydı ekranlarda...
* * *
Hoca’nın fıkrası malum; evinin kapısının bir omuzda kırılıp, minderin altına sakladığı bir kese altının çalındığından yakınan Nasreddin Hoca’yı boyuna eleştirip durmuşlar:
-Bir kese altın da, minderin altına saklanmaz ki...
-...
-Senin evin kapısı da çok çürükmüş; neden daha sağlam bir kapı yaptırmadın ki?..
-...
-Dışarı çıkarken bir kese altını da, yanına alman gerekirdi.
* * *
Hoca’nın verdiği yanıtı da hep biliyoruz:
-Bizim bir kese altının çalınmasından ötürü, eleştirilen hep ben oluyorum; hırsızın hiç mi suçu yok yani?
* * *
Bu fıkra da yorumcular arasında bir tartışma konusu olsaydı; bütçe tartışmaları kadar, taban gıcıklayıcı olurdu.
* * *
Biri:
-Hırsızlık zaten bir suç, derdi; “Malumu ilama hacet yok”. Bu tür suçlamalara karşı, alınması gerekli önlemler çok daha önemli. Nasreddin Hoca fıkrasında bunu da belirtmek gerekirdi.
* * *
Onunla zıtlaşan yorumcu da:
-Toplumsal bir eleştiri var o fıkrada, derdi; tıpkı hastane kapılarında kuyruk olmuş hastalara:
“-Siz de neden kendinize iyi bakmadınız da, hasta oldunuz der, gibi...
* * *
TBMM’deki partilerin grupları, birbirlerine âşık olmuş “kırkayak”lara benzerlermiş.
Neden mi?
* * *
Kol kola, kol kola, kol kola, kol kola, kol kola, kol kola, kol kola, kol kola, kol kola dolaşır ve yaşarlarmış.
Meclis salonunda hep birlikte parmak kaldırmaları da bundanmış.
* * *
Dış politikaya da meraklı 2 mikrop, karşılaşmışlar yolda.
Biri, ötekine.
-Bu ne hal, demiş; berbat görünüyorsun, perişan bir haldesin.
* * *
Öteki:
-Biliyorum, demiş; hastalandım...
-Ne oldu, nasıl hastalandın?
-Bırak Allah aşkına, penisiline tutuldum.
* * *
Neyzen Tevfik sağ olsa da; yeni Anayasa ve dış siyaset üstüne sürüp giden yorumcu tartışmalarını izlese; herhalde o da, şöyle derdi:
-Kayalıklar arasında dolaşmanın ne anlamı var; kumda oynayın da çöp batmasın...
* * *
150 yıl önce yaşamış olan Ziya Paşa’nın mezarı, neyse ki Medine’de ve kimse bilmiyor.
Yoksa:
Çok hacıların çıktı haçı zir-i bagalde (koltuk altında)
Dediği için, gidip yuhalayanlar olabilirdi.
* * *
Cumartesileri de, biraz ezber dışına çıkmak, fena olmuyor galiba...