Güneşin de çekildiği akşam saatleri... Fındıklı’nın üstünden, Cihangir’e, Taksim’e, Gümüşsuyu’na doğru üst üste konmuş, çarpık çurpuk sefertasları gibi yükselen yüzlerce, belki de binlerce irili ufaklı yapı...
* * *
Terası, balkonu, penceresi ile “denize nazır” olabilmek için; birbirinin sırtına, omzuna, tepesine binerek yükselmeye çalışmış yüzlerce, belki de binlerce yapıya şöyle bir bakmak...
Sonra da otobanlarda kilometrelerce uzayıp giden araba kuyruklarına bir bakmak...
* * *
Necip Fazıl’ın, “Güneş çekildi demin, doğdu bir renk akşamı” dediği türden bir İstanbul akşamı...
Kambur kambur üstüne çarpık çurpuk yükselip giden yapılar arasında, bir hayli aşağılarda kalmış bir tanesinin damı üstünde, genç bir adam oturuyor; denizden gelip geçen uzun mu uzun şileplere, çocukluğumu anımsatan bembeyaz Şehir Hatları vapurlarına, arkalarında beyaz köpükler bırakan sürat motorlarına bakışlarını daldırmış, kutu birası içiyor.
* * *
Oluklu çinkodan, paslanarak vişne çürüğüne dönüşen rengi kararmış bir dam ve damın kıyısında oturmuş, denizden gelip geçen tekneleri seyrede seyrede, kutu birası içen genç bir adam...
* * *
Aklımızın takıldığı çengellerden kurtulmanın yollarını bulmak her zaman kolay olmuyor.
Sıcaklık termometrede 30’un üstüne çıktığında, serin bir esintinin Kâbe’siymiş gibi olan Beylerbeyi İskelesi’nin kıyısındaki masalarda servis şefi Hakan’la yarenlik...
* * *
Anadolukavağı da, aşırı sıcaklığa “Dur” ihtarı çekmiş bir Boğaz kıyısı ama, bir hayli uzak...
Anadolukavağı’ndaki küçük bir marketin nerdeyse duvarına yapışmış bir çınar ağacı var.
En az 6 kişi kollarını açıp el ele tutuşursa, ancak kucaklayabilir o çınarı...
* * *
Küçük marketin çınara âşık sahibi bilgi veriyor:
- Orman fakültesinin uzmanları, gereken deneyleri yaptıktan sonra, 650 yaşında olduğunu söylediler çınarın, diyor.
* * *
Fındıklı’nın üstündeki yıpranmış bir evin damında, kutu birası içen genç bir adam...
* * *
Beylerbeyi Çarşısı’nda, dışarıya da astığı ucuzca giysileriyle müşteri çekmeye uğraşan bir dükkân, kapanmış.
Dükkân kapanmış ama; dükkânın sahibine kapılanmış olan, neredeyse yeni doğmuş bir kuzu büyüklüğündeki bol tüylü toraman siyah kedi, hâlâ orada rahat mı rahat yatmış uyuyor.
Gıgısıyla başını da kaşıdığında, bir keyifleniyor ki...
* * *
Anadolukavağı’nda 6 kişinin zor kucakladığı 650 yaşındaki çınar, hiç umursamıyor ifade vermeye çağrılan albayların, sivil savcıların çağrısına zamanında uyup uymamasını...
* * *
Maçka Parkı’nda, nikâhtan yeni çıkmış bembeyaz giysiler içindeki güzel mi güzel bir gelin ile, yakışıklı bir damat...
* * *
Yenikapı’dan Sirkeci’ye doğru uzanan rıhtım kaldırımlarının üstünde, denize girip çıkan, yarı çıplak çocuklar, gençler, küme küme yığınla erkek...
* * *
Onların dünyasının hemen kıyısında ve kaldırımın üstünde, keçi sakallı, gözlüklü, atlet fanilalı bir turist, bir bisikletin selesinden ayağa kalkmış pedal basıyor.
* * *
Ankara’nın trafiği de çok hızlanmış, diyorlar.
Ankara Ankara, güzel Ankara;
Seni görmek ister her bahtı kara.
Duy da, inanma!
* * *
Ormanların içinden geçerek Polonezköy’e giden yolda, sık rastlanan bir uyarı:
“Dikkat, karaca çıkabilir!”
Alem dergisinin renkli ve kıvrak kalemi, Solmaz’ın da yeğeni Aslı Barış; “kışla” parfümlü siyasetin bir özetini esprileştiriyor:
- Dikkat general çıkabilir!
* * *
Geçen cumartesi İstanbul’un birçok semtini, kuşaklar boyu hiç aşınmayan bir gazete başlığıyla “... yine teslim alan sağanak” Zeyrekhane’nin terasında da şakırdayıp duruyordu.
* * *
Kapkara bulutlarla kaplı göklere bakan Aslı:
- Ay ay, dedi; zikzaklı ateş topu gibi korkunç bir ışık kaydı aşağılara doğru...
Ve müthiş bir gümbürtü koptu.
Bendeniz de takıldım Aslı’ya:
- Sen hiç hayatında şimşek görmedin mi?
- Bilmem, sinemada gördüm, TV’de gördüm...
- O gördüğün zikzaklı korkunç ışığa şimşek denir.
* * *
Ertesi gün öğrendik ki, Aslı’nın gördüğü zikzaklı ateş topu gibi korkunç ışık kayması, şimşek değil Gülhane Parkı’na düşen ve 3 kişinin de yaralanmasına neden olan yıldırımmış.
Garip bir rastlantı, Gülhane Parkı’nda yıldırım düşmesiyle yaralananlardan birinin adı da Yıldırım’mış.
* * *
Aklımızın takıldığı çengeller...
Hele hele cepte mangır yok ise...
Ankara trafiğinin şimşekli, yıldırımlı, politik 100 m koşucularının mangır derdi yoksa da...
Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür; siyasi militere her rütbe az görünür.
* * *
Honduras’ta dikey durmaya çalışan, alevlenmiş kalaslar; İran’da yaygınlaşan gözyaşlarıyla yaslar; İstanbul’da arttıkça artan iflaslar, Antalya’da beklenen kârı getirmeyen palaslar...
* * *
Heybeli’de geleneksel ada turuna eşekle katılanlardan bazıları, bindikleri eşeği mahmuzlarken:
- Ha babam, ha babam, diyorlarmış.
Onların arasındaki bir eski zaman kibarı da şöyle diyormuş:
- Ha pederim, ha pederim.
* * *
Söylentilere göre Ankara’nın hızlanan trafiği de, sonunda İstanbul’unkine benzeyip kördüğüme mi dönüşür, bilemem ama; akıllarını, takıldıkları çengellerden kurtarmak isteyenlere:
- Bindikleri eşeği mahmuzlarken ne “ha babam ha babam”, ne de “ha pederim, ha pederim” diyenlere bakın, derim.
* * *
En iyisi anıtsal ağaçlara bakmak ve onların dilsiz gözlemlerini merak ederken, biraz da kuşkuya düşmek:
- Yoksa bende mi akıntıya kürek çekenlerden biriyim?