Ta öteden beri baş başa olan sohbetlerde; güncel olaylarla olup bitenler hakkında yapılan genel özetleme hep aynı:
-Herkes menfaat peşinde, herkes çıkarına bakıyor.
* * *
1947-48 arasında tablolarını değerlendirmek için ressam İbrahim Çallı’yla Ankara’ya gelen ressam Edip Hakkı da aynı şeyi söylerdi:
-Herkes kıçını uyduracağı bir yer arıyor.
* * *
Dünkü Sabah’ın, koskocaman bir fotoğraf üstüne çektiği, Mehmet Acar’a ait haberin manşeti ise; “herkesin menfaat peşinde olduğu” genellemesinin çok dışındaydı:
“BİR SOMUN EKMEK İÇİN
20 TL yevmiye peşindeki mevsimlik işçileri taşıyan minibüs Beypazarı’nda kaza yaptı. Geride 11 ölü ile ekmek çuvallarından düşen somunlar kaldı.”
* * *
Yeni bir anayasanın nasıl olması gerektiği tartışmaları da sürüp gidiyor.
34’üncü padişah olan 2’nci Sultan Abdülhamit, tahta çıktığında; “Birinci Meşrutiyet”in ilanı için, bir “Kanun-i Esasi” hazırlatmıştı.
* * *
O ilk anayasanın hazırlanmasında da, kimsenin bilip duymadığı birtakım tartışmalar olmuştu herhalde.
Namık Kemal de, “Kanun-i Esasi Encümeni”nde görevlendirilmiş olanlardan biriydi; tartışmalar sırasında neler önermiş olduğunu, bendeniz bilmiyorum.
* * *
2’nci Abdülhamit’in tahta çıktığı yıl; Çar Rusyası da Osmanlı İmparatorluğu’na saldırmış ve Rus orduları Edirne’yi aldıktan sonra Çatalca’ya kadar inmişti.
* * *
Namık Kemal, uzaktan yüreklendirmeye çalışıyordu Osmanlı askerlerini:
Altı da bir, üstü de birdir yerin;
Arş yiğitler vatan imdadına.
* * *
Gerçi Namık Kemal:
Merkez-i hake atsalar da bizi,
Küre-i arzı patlatır çıkarız.
Diye hamasi bir edebiyatı gümgümletiyordu ama; sonuç hiç de öyle olmadı.
* * *
II. Abdülhamit, yenilgiyi kabul ederek; “Ayastefanos Antlaşması”nı imzalattı hükümetine.
“Ayastefanos”, Yeşilköy’ün Rumca adıydı. Antlaşma orada imzalanmıştı.
* * *
Avrupa devletleri karşı çıktılar bu antlaşmaya ve Almanya Şansölyesi Bismarck’ın başkanlığında “Berlin Kongresi” toplandı...
* * *
Namık Kemal, yine:
Ölmez bu vatan, farz-ı muhal ölse de hatta;
Çekmez kürenin sırtı bu tabut-u cesimi
Diye yazmayı sürdürüyordu.
Ancak o tarihte Avrupa’da, Osmanlı İmparatorluğu’nun adı, “Hasta adam”a çıkmıştı.
* * *
Berlin Kongresi’ne katılmış olan İngiltere Başbakanı Benjamin Disraeli de:
-Maalesef bu imparatorluk yok olmaya mahkûmdur, demişti.
* * *
Osmanlı-Çar Rusyası arasındaki savaşların 13’üncüsü olan 1876-78 savaşı sırasında; Balkanlar’dan 500 bin kişilik bir göç olmuştu İstanbul’a doğru.
* * *
O göçte Bulgaristan’daki İslimye’den ayrılmak zorunda kalan “Hacıgözüm” ailesi de vardı.
O ailenin en küçük kızı da, o tarihte 7 yaşındaki babaannemdi.
* * *
Yakın sayılacak bir tarihe şöyle bir göz atıldığında, siyasetçiler hemen:
-Onlar geçmişte kaldı; biz geleceğe bakalım, derler...
* * *
Ne var ki, Namık Kemal’in hamasi şiirleri de sürekli okutulur okullarda.
* * *
Onun:
Galip sayılır bu yolda mağlup
Mısraı; vaktiyle futbol yorumcularını dahi etkilemişti.
* * *
Milli karşılaşmalarda yenildiğimiz zaman; radyoda maç anlatan Eşref Şefik, yahut Sait Çelebi:
-Futbolu biz oynadık, golleri onlar attı derler ve sürekli hakemin bize karşı olduğunu majüsküllendirirlerdi.
* * *
Ankara’da zorunlu görülen yeni bir anayasa için tartışmalar, başını almış gidiyor...
Karşılıklı siyasal sertleşmelerin ise, “tırmandığı” tekrarlanıp durmakta...
* * *
Kim kendi çıkarı peşinde, kim değil; kestirmek zor...
Bazıları da, “dostlar alışverişte görsün” gibilerden fırlamakta ayağa...
* * *
“Kışla” parfümlü siyasetle, “cami” parfümlü siyaset; birbirlerine yan bakarak:
-“Her kuşun eti yenmez” demeye getiriyorlar sanki...
* * *
Bir atasözü de:
-Kişi, kendini bilmek gibi irfan olamaz, diyor ama; sanırım yok öyle bir kişi...
* * *
Yoksa yok; asıl sorun:
-Yarın ne yazacağız?