Bir zamanlar İzmir’in dava vekillerinden olan Ruhi Baba’ya: -İzmir açıklarındaki bir yatta, 140 kg eroin ile “uyuşturucu baronları”nın yakalandığı ilk kez -üstünde pek de durulmayan- bir haber oldu medyada; sen ne düşünüyorsun bu konuda, diye sordular.
* * *
Ruhi Baba:
-Yüzlerce kilo eroinle uyuşturucu yakalandığı zaman ne oluyorsa, yine öyle olacak diye düşünüyorum, dedi.
-Nasıl yani?
-Gözaltına alınan “uyuşturucu baronları”nın, ne zaman başlayacağı bilinmeyen mahkeme süreleri de dahil; yine medyanın gözünde, görünmez olacaklarını...
* * *
Adamın biri, tasmasının ucundan tuttuğu, ağzından burnundan alevler fışkırtan bir masal ejderhasıyla İstiklal Caddesi’nde yürüyormuş.
* * *
Ejderha, adamın elinde tuttuğu tasmanın kayışını bütün gücüyle çekerek her mağaza vitrini önünde durmak istiyor; adam da var gücüyle tasmanın kayışına asılarak ejderhayı durdurmaya çalışıyormuş.
* * *
Sonunda adamın tepesi atmış:
-Buraya bak, demiş; yetti artık yani. Beni sinirlendirmeye devam edersen; gider bir tüp aspirin alır yutarım, ne ejderha kalır, ne mejderha...
* * *
Söylentilere göre, Suriye’nin diktatörü Başar Esad da, bir tüp aspirin alıp yutmayı düşünüyormuş.
* * *
Hacivat’a da sormuşlar:
-”Politika” senin aklına neyi getiriyor, diye.
* * *
Hacivat:
-Tavuk kıçını, demiş.
-Neden?
-Çünkü her ikisi de bir türlü “tövbe” tutmuyor.
* * *
Eski sözlüklerde “anlatılabilmek” sözcüğü, şöyle tanımlanıyormuş; “anlatabilir olma, örneğin çok zor anlatılabilen bir hikâye gibi”.
* * *
Sözlüklerin yeni baskılarından ise, çıkartılmış “anlatılabilmek” sözcüğü...
Çünkü artık kimse, kimseye hiçbir şeyi “anlatabilemiyormuş”.
* * *
Suriyeli bir militan, Kahire’deki bir postaneden şifreli bir telgraf çekmeye kalkmış İran’ın Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’a.
* * *
Telgrafın metni şöyleymiş:
“Badum! Badum! Badum! Badum! Badum! Badum!
* * *
Kahire postanesinde telgrafı çekecek olan memur, telgrafın metnini okuduktan sonra:
-Aynı paraya bir kelime daha yazmak hakkınız var; isterseniz bir kelime daha ekleyebilirsiniz, demiş.
* * *
Suriyeli militan, eliyle şöyle bir alnına dokunduktan sonra:
-Bir kelime daha eklemeye gerek görmüyorum, demiş.
Memur da:
-Neden, demiş; bir “badum” daha olmasın?
* * *
Suriyeli militan:
-Yok, asla, demiş; o zaman telgrafın ciddiyeti bozulur.
* * *
Libyalı bir terörist de, bizim Topkapı Sarayı’nı bastı.
Bir saat süren bir çatışma sonunda da öldürüldü.
* * *
Şimdi bazı çevrelerde yeni bir tartışma başlamış; öldürülen teröristin cenazesi ülkesi Libya’ya gönderilecek mi, gönderilmeyecek mi, diye...
* * *
Bir başka tartışma da, şayet teröristin cenazesi ülkesi Libya’ya gönderilmezse; cenaze namazının nasıl kılınacağı üstüneymiş:
-Alt tarafı o da bir Müslüman, diyenler varmış çünkü...
* * *
Beberuhi, elinde bir çiçek buketle dolaşıp duran Tarçın Bey’e:
-Sen, demiş; “dikey yatak” hikâyesini biliyor musun?
* * *
Tarçın Bey de:
-Yok hayır, bilmiyorum, demiş.
-İnsanı ayakta uyutan bir hikâye; tıpkı “Arap baharı” adıyla, sürüp giden iç savaşlar sonunda, Arap ülkelerine “demokrasi” gelecekmiş türünden...
* * *
Bir TIR şoförü, yol üstündeki bir jandarma karakoluna uğramış:
-Sizin, demiş; buralarda mandalar dolaşır mı yollarda...
-Hayır...
-Başı boş siyah atlar falan...
-Hayır, öyle şey mi olur canım...
-Peki şöyle büyükçe, başı boş siyah köpekler de mi dolaşmıyor?
-Dolaşmıyor... Neden böyle garip şeyler soruyorsun ki sen?
* * *
TIR şoförünün yüzü buruşmuş:
-Kara çarşaflı zavallı bir kadıncağızı mı ezdim ben diye, kuşkulanıyorum da, demiş; onun için soruyorum.
* * *
Ahmet Kutsi’den bir şiirle bitirelim yazıyı:
Besbelli
Besbelli ölümüm sabahleyindir,
İlk ışık korkuyla girerken camdan,
Uzan başucumdan perdeyi indir,
Mum olduğu gibi kalsın akşamdan.
Sonra koş terlikle haber vermeye,
“Kiracım bu sabah can verdi” diye;
Üç beş kişi duysun ve belediye,
Beni kaldırmaya gelsin odamdan.
Evden çıkar çıkmaz omuzda tabut,
Sen de eller gibi adımı unut;
Kapımı bir kaç gün için açık tut,
Eşyam bakakalsın diye arkamdan.