Çetin Altan

Çetin Altan

Tüm Yazıları

Tuluat tiyatrosunun büyük sanatçılarından Naşit ile Dümbüllü İsmail konuşuyorlarmış.
Naşit, Dümbüllü İsmail’e sormuş:
- Yahu sen, ÖYM’lerdeki değişimin ne olduğunu biliyor musun; hafta boyunca sürdü gitti üstündeki tartışmalar?
* * *
Dümbüllü İsmail de, Naşit’e:
- Tıpkı, demiş; “dikey karyola” hikayesine benzeyen bir içerikteydi o tartışmalar...
* * *
Naşit yine sormuş:
- Nedir o dikey karyola hikayesi?
- Hiç öğrenmesen daha iyi, insanı ayakta uyutan bir hikaye...
* * *
Nasrettin Hoca’ya da:
- Hoca, demişler; sen Samsun’da 10’dan fazla cana ve akıl almaz felaketlere mal olan sel baskınları hakkında, resmi ağızların yaptıkları savunmalar için ne diyorsun?
* * *
Hoca da:
- Bir bürokrat babanın, küçük oğluyla yaptığı konuşmaya benziyor, demiş.
* * *
Nasrettin Hoca’dan hemen, bürokrat babanın küçük oğluyla yaptığı konuşmayı anlatmasını istemişler.
* * *
Baba ve küçük oğlu arasında geçen konuşma şöyleymiş:
Çocuk babasına:
- Şu ağacın üstündekiler nedir, diye soruyormuş?
Baba da:
- Onlar siyah erikler, diyormuş.
- Ama baba, onlar siyah değil ki beyaz.
- Elbet tabii, beyaz; çünkü aslında yeşil hepsi...
* * *
Belçika’da, 15 günlük bir manevraya çağırılan bir nefer, eve dönünce karısı sormuş:
- Nasıl geçti manevra, iyi geçti mi?
* * *
Kocası da:
- Fena değildi, demiş; beni bir ormanda ağaç kılığına soktular ve hiç kıpırdamamı söylediler. Meğer manevra, bir “kamuflaj” talimiymiş. Ben de aynen uydum emirlere. Sonra biliyor musun ne oldu?
- Ne oldu?
- Kuşlar saçlarımın arasında yuva yapmaya başladılar; köpekler de bir bacaklarını kaldırıp, ayaklarıma işiyorlardı.
- Ee sonra?
- Onlara gık demeden dayandım. Ama en dayanamadığım, sincapların kopardıkları cevizleri, kışın yemek için gelip kıçıma saklamaya kalkmaları oldu.
* * *
Allah’tan Belçika’da, “askerlikten soğutma” cezası yok. Şayet olsa, nefer; 15 günlük manevra sırasında başından geçenleri anlattığı için, derhal mahkemeye verilerek, belki de hemen tutuklanırdı.
* * *
Zaten öteden beri, Belçika’nın; “Wallon”larla “Flaman”lar arasında 2’ye bölündüğü ve “vatan sevgisinden yoksun” olduğu söylenir.
Neyse ki Belçika’nın Başkenti Bruxelles, bir bakıma AB’nin de başkenti...
* * *
Katolikler de nedense, bayılıyorlar papazlarla dalga geçmeye...
Bir Katolik okulunda; öğretmen bir papaz, öğrencilere:
- Evlatlarım, diyor; Tanrı’nın günahlarımızı affetmesi için ne yapmak gerek?
* * *
Öğrencilerden biri parmak kaldırıyor:
- Önce günah işlemek gerek...
* * *
Eskiden palavra sıkanlara karşı:
- Atma atma o kadar; din kardeşiyiz, denirdi.
* * *
Nedense Orta ve Yakındoğu’da, boş veriliyor “din kardeşliği”ne...
Sade palavra atılmıyor; bombalar da atılıyor, gülleler de, mitralyöz kurşunları da...
* * *
“İktidar” olmak; “cennetmekan” olmaktan, daha çekici galiba...
* * *
Av. Taner Aktop’tan da bir fıkra:
Adamın biri, iç hastalıkları doktoruna gitmiş.
Doktor:
- Neyiniz var, demiş?
- Öksürüyorum.
- Ne zamanları öksürüyorsunuz?
- Tuvalette otururken, kapıyı zorladıkları zaman.
* * *
Ömer Hayyam’dan, A. Kadir çevirisi bir “rubai” ile bitirelim yazıyı:

Haberin Devamı

Bir elimizde Kur’an, bir elimizde şarap tası;
Bir yanımız helal, bir yanımız haram.
Şu ham gökkubbe altında biz neyiz?
Ne tam gavur, ne tam Müslüman.