- Yoksulları, özellikle de yoksul gençleri, ortak bir slogan narasıyla sokaklara, meydanlara dökmek kolaydır; zenginleri, ortak bir slogan korosuyla sokaklara, meydanlara dökebilir misiniz?* * *"Onlar-biz", "Hıristiyanlar-Müslümanlar", "Gelişmiş Dünya-Üçüncü Dünya" ayrımları; gerçekte "zenginler-yoksullar", "kentliler-köylüler" ayrımı...Siz istediğiniz kadar yeryüzünde yaşayan insanları; ırklara, dinlere, dillere, milletlere, devletlere ayırın... Şöyle tepeden bakıldığında insanlık sadece 2'ye ayrılıyor; zenginler ve yoksullar...* * *"Taş devri"nden, "uzay Çağı"na nasıl gelindiğiyle de ilgileniyorsanız; insanları yine 2'ye ayırabilirsiniz:1- Mezarlıklara girenler...2- Ansiklopedilere girenler...* * *Mezarlıklara girenler, oldum bittim hep 2'ye ayrılmakta:1- Zengin olanlar...2- Zengin olmaya çalışanlar...* * *Ansiklopedilere girenler de 2'ye ayrılmakta:1- Mezarlık adaylarının, ya koşullanmalarını kullanarak, ya onları yeni bir koşullanmanın rüzgârlarında irmik helvasına çevirerek; tepelerinde saltanat süren siyasetçiler...2- İnsanlığı "taş devri"nden, "uzay çağı"na taşıyan sanatçılar, düşünürler, bilimciler...* * *Bugün İslam âlemini ayağa kaldırıp sokaklara döken Danimarka'daki karikatür olayı; İslamın ayağa kalkması bakımından, 1730'da İstanbul'da da yaşandı.Osmanlı tahtında Padişah III. Ahmet oturuyordu. Sadrazam da Nevşehirli Damat İbrahim Paşa idi.Bir yanda 289 yıllık bir arayla da olsa, ilk matbaa kuruluyor ve ilk kitap olarak da Vanlı Mehmet bin Mustafa'nın "Vankulu Lügatı" basılıyordu. Bin nüsha olarak ciltsiz basılmış kitabın, 35 kuruştan satılması İstanbul kadısınca uygun görülmüştü.Bir yandan da, Kâğıthane'de lale bahçelerinin ortasındaki -bugünkü villa benzeri- "kasır"larda eğlenceler düzenleniyor, geceleri kaplumbağalar üstüne dikilmiş mumlarla, görkemli masal şenlikleri yaşanıyordu.* * *Toplumdaki üretim kurumlarıyla, ona bağlı yaşam biçimlerinde eski alışkanlıklarla, köklü bir geleneksellik ağırlığını sürdürürken; saray çevreleriyle, o çevrelerin uzantısında daha renkli, daha ince, daha zarif bir dönemin kendiliğinden uç göstermesi; gönüllerinde yatan aslanlara rağmen, aradıkları itibarı bir türlü bulamamış olan sarıklı ve kavuklu Osmanlı politikacılarına, tam bir provokasyon ortamı yaratmıştı.Sokağı ayaklandıracak, kışkırtıcı kundaklamaların her türlü fitili hazırdı.* * *Osmanlı tarihinde "Patrona Halil Başkaldırısı" diye bilinen ayaklanmanın özetine, kısaca bir göz atalım:1- Nevşehirli Damat İbrahim Paşa 1718'de 60 yaşına yakınken sadrazam oldu. III. Ahmet'in 14 yaşındaki kızı Fatma Sultan'la evliydi.* * *2- Damat İbrahim Paşa, sadrazam olur olmaz, neredeyse tüm İstanbul'u bir kül yığınına çeviren bir yangın felaketi yaşandı. Bir hafta boyunca süren yangınlar, binlerce insanı evsiz barksız bıraktı. Her semtte belalı yağmacı çeteleri türedi.* * *3- Damat İbrahim Paşa, İstanbul'u çarçabuk yeniden imar etmeye koyulduğu sırada; III. Ahmet de, yeni bir dönemin zevkli ve süzülmüş, eğlenceli bir dönemini başlatıyordu Sadabad Kasrı'nda... Şair Nedim, övgü kasideleri yazıyordu kendisine...* * *4- Rus Çarı Büyük, yahut Deli Petro, Tebriz'i ele geçirmişti. Bundan yüreklenen İranlılar da, Osmanlı hudutlarına saldırıya geçmişlerdi.III. Ahmet, yeni savaşlara girmenin, astarı yüzünden pahalıya mal olacağına inanıyordu. Savaşa gitmeye tümden boş veriyormuş gibi görünmek de hoş değildi. Tarihte kimsenin aklına gelmemiş bir iş yapıldı. Savaşa gitmeden, savaşa çıkılıyormuş gibi, görkemli bir tiyatro hazırlandı.* * *5- İlk ayaklanma belirtileri, düzmece seferberlik tiyatrosundan 2 ay sonra kendisini gösterdi. Ayaklanmayı perde arkasından İstanbul Kadısı Zülali Hasan Efendi ile Ayasofya Vaizi İspirzade Ahmet Efendi yönetiyordu. Patrona Halil ve adamları, aslında o ikisinin kuklasıydı.* * *6- İsyancılar, Damat İbrahim Paşa ile Paşa'nın damatları olan hem Kaptan-ı Derya Kaymak Mustafa Paşa'nın, hem de Sadaret Kethüdası Mustafa Paşa'nın ve ayrıca Şeyhülislam Abdullah Efendi'nin kellelerini istiyorlardı. İstekleri yerine getirildi. Ama III. Ahmet de, devrilmekten kurtulamadı.* * *Bugünkü İslam âlemindeki ayaklanmanın gerekçesi, değişikmiş gibi görünse de; ayaklanmalar hep aynı tip ayaklanmalar, ya "din elden gidiyor" gerekçesiyle, ya "Peygamber Efendimize hakaret edildi" gerekçesiyle...Tek fark, vaktiyle sadece İstanbul'da baş gösteren ayaklanmaların, şimdi tüm dünyayı sarmalaması... Ve tepelerde öncülük ederek, prim toplamaya çalışan siyasetçiler... En alt temelde ise, yaygın bir yoksulluk ve köylülük...* * *Ölmeden önceki yaşamın kalitesini yukarılara çekerek, burjuvalaşmış Batı ile, öldükten sonra ödüllendirilmenin en geçerli şartlarına sahip çıkmaya çalışan "Üçüncü Dünya" arasındaki dengesizliğin; yeniden düzenlenmesi gerekmekte... Ve ister istemez statükoculuğa demirli "ulus-devlet" modeli aşılmakta...Yerel politikacılar içinse, koşullanmış yoksul yığınları asa-kese yönetmek, çok daha kolay görünmekte...21. yüzyılda küresel yeni dengelerin kurulması, epey çalkantılı geçeceğe benzer...* * *Türkiye'ye gelince...Eski plaklara takılı kalmış polemiklerle, kadrolardaki cılızlık ve siyasal ihtiras epidemisi, bazen kaygılandırıyor insanı..."Onlar-biz" ayrımının, bir an önce aşılmasını dilerken; bireylerin de, kendi uğraş alanlarında, evrensel bir kaliteye uzanarak, aynı doğrultuda bir yaşam düzeyi yaratmalarını, çağdaşlığın tek merdiveni olarak görüyoruz...Bilmem aldanıyor muyuz, karar sizin... c.altan@prizma.net.tr Önce bir soru: