14.11.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:
Duygu Asena
CUMARTESİ akşamı sağ el bileğimin kasları iflas etti, acıdan ölüyorum. Meslek hastalığı diyorlarmış buna. Bir düğme bile ilikleyemiyorum. İnsanın neresi acıyorsa, hayatının en önemli şeyi o oluyor. Demek ki el bileklerimizin de kıymetini bilip, arada sırada onları sevip okşamalıyız.
İlaçlar iyi gelmiş demekki, deliksiz bir uyku çekiyorum. Sabah gün ışımış, güneş yükselmiş, ben hala uyuyorum, buna çok şaşıyorum çünkü uyumam için ortamın kapkaranlık olması gerek... Ama başka bir evdeyim, perdeler beyaz, güneş içeri giriyor ve... ve... tuhaf bir müzik kulağıma geliyor. Mutlulukla ürperiyorum. O bir türlü açmak istemediğiniz, uykuyla uyanıklık arasında gidip geldiğiniz, kıpır kıpır, mırıl mırıl dönüp durduğunuz sabah keyfi anındayım. Biz dün gece bu evde Chopin, sonra da Miles Davis dinlememiş miydik? Bu ne peki? Bu ne güzel, ne farklı bir şey... Bugüne dek, hiçbir sabah bu tür bir müzikle uyanmamıştım.
"Gel ey denizin nazlı kızı nuş - ı şarab et/ Çık sahile gel sinede bir alem - i ab et/ Mestane bakışlarla beni mest - i harab et/ Çık sahile gel sinede bir alem-i ab et...
İnanılmaz bir sesti, inanılmaz güzel bir müzikti. Büyülenmiş gibi salona gittim. Orada sehpanın üzerinde bir portakal suyu duruyordu. Bir de müzik... Koltuğun üzerindeki kitapçığı, yani CD kutusunu aldım. Üzerinde "Kadıköylü" yazıyordu ve bu şarkıları "Denizkızı Eftelya" söylüyordu. İnanın bana harika bir şeydi. Eftelya "sahici"miydi? Kimdi? Birden derin bir istek duydum şu koltukta oturması için. Denize baktım... İşte o kayıkta gidiyordu. Mehtap çıkmıştı. Büyükdere'nin oralarda giden sandaldan nefis bir ses duyuluyordu. Kimse bu sesin yüzünü görmüyordu... Çifter çifter kayıklar o mehtabın ışığında, o kayığın arkasından gidiyorlardı büyülenmiş gibi. Bu esrarengiz kıza "denizkızı" adını takmışlardı. Mehtabiye denilen musikili Boğaz gecelerinin bu yüzyıldaki bir uzantısı sayıyorlardı denizkızının sandal sefalarını.
1936 yılıydı. Şirket - i Hayriye Boğaziçi'nde bir "mehtabiye" düzenlemişti. Bu deniz gezintisi bir bakıma efsane şarkıcı için düzenlenen bir şükran gecesiydi. Bir sal üzerinde göz kamaştırıcı derecede süslü bir sahne hazırlanmış, bir saz heyeti, bir zeybek takımı ve Şehir Tiyatrosu aktörlerinden Hazım Körmükçü bu salda yerlerini almışlardı. Tam dört Şirket - i Hayriye vapurunun donatıldığı dört Ağustos gecesinde İstanbullular 375 kuruş karşılığında bu vapurlara doluşmuşlardı. Vapurlara binmeyenler ellerinde renk renk fenerlerle vapurları kıyıda karşılayarak eğlenceye katılmışlardı. Deniz kızı, sal üzerindeki sahnede şarkılar söylüyordu. "Gece Leyla'yı ayın ondördü/ Koyda tenha yıkanırken gördü/ Kız vücudun ne güzel böyle açık/ Kız yakından göreyim sahile çık/ Baktı etrafına ürkek ürkek/ Dedi tenhada bu ses no'lsa gerek.... Artık herkes onun Denizkızı Eftelya olduğunu biliyordu. Onun bu sal gezintisinde üşütüp hasta düştüğü, ondan sonra da toparlanamadığı söyleniyordu. Sanki Leyla ile aynı kaderi paylaşıyordu. Kemani Sadi Işılay, Denizkızı'nın kocası, onun yatağı başında ağlıyordu.
Güneş parlıyordu, salona dönmüştüm. Aleko Bacanos'un Eftelya'nın ölümünden sonra bestelediği "Gel ey denizin nazlı kızı" hala kulaklarımdaydı... Bileğim mi ağrıyordu, neydi? Hiç bu kadar mutlu olmamıştım, bir Pazar sabahında...
(Albümün kapağında KALAN imzası var. Geçen isimler de şunlar; Bülent Aksoy, Muammer Karabey, Cemal Ünlü, Mevlut Akyıldız, Gökhan Akçura... Bilgilerim tümüyle bu kitapçıktandır. Onlara kucak dolusu teşekkürler, sevgiler...)
Yazara E-Posta: d.asena@milliyet.com.tr