Derya Sazak

Derya Sazak

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

O gece Taksim’deydim. İstanbul Valisi’nin ailelere, “Çocuklarınızı Gezi Parkı’ndan çekin, bu son uyarımız” dediği salı gecesi Can Dündar, Tunca Bengin, Pınar Aktaş’la birlikte ekranlarda “savaş alanı”ndan beter gözüken meydana yöneldik. CNN İnternational, İstanbul’dan “canlı yayın”daydı. Kendi ülkemizdeki olayları herhalde, CNN’den izleyecek değildik!
Ulusal televizyon kanalları böyle bir hataya “Gezi direnişi”nin başladığı 30-31 Mayıs gecesi düşmüşler, ekranları habere kapatmışlardı. O karartma insanları sokağa dökmeye yetti; sabaha karşı Boğaz Köprüsü’nü geçerek Taksim’e çıktılar. Çünkü gün ağarınca “olacaklardan” endişe ediyorlardı. Televizyonlarda duyamadıkları, göremedikleri haberlerin “gerçeğini” öğrenmek istediler.
O gece de Taksim’deydik!
Polis kitlelerin üzerine acımasızsa gaz bombası yağdırıyor, tazyikli su sıkıyordu.
Ertesi gün CHP “Kadıköy mitingi”ni iptal etmese, Kemal Kılıçdaroğlu, “köprüden geçen” kalabalıkla birlikte Taksim’e ilerlese, binlerce kişi polisle çatışmak durumunda kalacaktı. Demokrasi yara alacaktı.
Neyse ki akıl ve sağduyu baskın çıktı.
Cumhurbaşkanı Gül devreye girdi.
Polis Taksim’den çekildi.
Başbakan Erdoğan’ın Tunus’a hareketinden önce gerilim hayli düşmüş, siyasi hava yumuşamıştı.
Çankaya, “Mesaj alınmıştır” dedi.
O söylem dikkate alınsaydı, bugün çok başka noktada olabilirdik.
Ancak “yumuşama” sağlanamadı.
Gerilim artarak sürüyor.

Gezi’ye dokunmak


Müdahale felaket olur
İktidar, Gezi’yi zorla boşaltmaya hazırlanıyor.
Zorla güzellik olmaz!
Topçu Kışlası için hem “halkoylaması”ndan söz edip, hem de o aşamaya gelinmeden idari yargının “yürütmeyi durdurma” kararı aldığı bir projede Gezi Parkı’nda toplanan gençleri polis zoruyla, güç kullanarak zorla oradan çıkartmaya çalışmak, hak ve hukuka sığmayacağı gibi “felaket olur.”
O felaket az daha 11 Haziran Salı gecesi yaşanıyordu!
Milliyet muhabirleri ve yazarlarıyla Taksim’e çıktığımızda kendimizi “çatışmanın ortası”nda bulmuştuk. Ne acı ki, bir film setinde değildik. Ortam, evde rahat koltuklarımıza oturup mısır patlağıyla CNN’den Körfez Savaşı’nı izlediğimiz, insanlığa yabancılaştığımız günlere benziyordu. Anılar bizi 1990’lara götürdü. O zaman da olayları CNN’den takip etmeyi içimize sindirememiş, Bağdat semalarındaki ışık hüzmelerinin sivillerin canlarını aldığı gerçeğinden hareketle, “film bitince” ışıkları söndürmekle yetinmemiştik. O “yabancılaşma” duygusunu aşabilmenin tek yolu, bir gazeteci olarak “içimizdeki muhabirliği” harekete geçirmek ve bir yolunu bulup Bağdat’a gidebilmekti.
Rahmetli Ecevit’le bunu başardık.
Savaş öncesi ve sonrası Irak’a gittik. Saddam Hüseyin başta, Iraklı yöneticiler ve halkla konuştuk. Barış için çabaladık.
CNN salı gecesi İstanbul’dan yayına başladığında, Gezi Parkı’nın Bağdat kadar uzak olmadığını düşündük.
Koşarak meydana gittik.
Oradakiler bizim çocuklarımızdı.
Mesleki refleks bir yana, vicdanen ve insani açıdan orada olmamız gerekiyordu.
Vali “söz vermiş” ancak Taksim’e müdahale edilmişti.
Sıra Gezi’ye gelmişti.
Polis, Gezi Parkı’na gaz bombası yağdırıyordu.
İnsanlar, Harbiye’ye doğru kaçışmışlar, binlerce genç insan -kızlı erkekli- parkın ortasıyla otelin duvarı arasında sıkışmışlardı.

1 Mayıs’a benzemesin
Manzara 1 Mayıs 1977 katliamındaki “Kazancı Yokuşu”na benziyordu.
Barikatlar kurulmuştu.
Vali, “Çocuklarınızı oradan çekin” diye çağrı yapıyordu.
Peki bu nasıl olacaktı?!
Bırakın sıradan vatandaşları, Taksim’e çıkan tüm yolların polis barikatıyla tutulduğu bir ortamda gazeteciler gidemezken, çocuklar parktan nasıl çıkacaklardı? Onların can güvenliği nasıl sağlanacaktı? Aileler, Gezi’ye nasıl çıkacaklardı.
İçişleri Bakanı’na telefon ederek durumu anlattık.
Sayın Muammer Güler, parka kesinlikle müdahale edilmeyeceğini söyledi.
Ardından İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ile görüştük.
Vali de “güvence” verdi.
O gece polis güç kullanarak Gezi’ye girse, “kan gövdeyi götürürdü.”
Onlarca, yüzlerce insanın hayatı riske girerdi.
Türkiye eğer demokratik bir ülkeyse, parktaki gençlerini zorla söküp atamaz.
Kimsenin burnunu kanatmaz!
Ankara’dan gelen “24 saat içinde müdahale” sinyalleri vahimdir.
Umarız dünkü Avrupa Parlamentosu kararından sonra Türkiye “demokrasi ligi”nde küme düşmeyi göze alma pahasına gençlerine şiddet uygulamaz. İfade ve gösteri haklarını ayaklar altına almaz. İnsan hakları sicilini paspas yapmaz. Çocuklarına, gençlerine kıymaz. Gezide kan dökülmez!
“Marjinal örgütlerle” 90’lar kuşağını, masum duygularla salt çevreci dürtülerle parka gelenleri birbirinden ayırmaya çalışırken şiddetten kaçının.
Güle oynaya “evlerine dönsünler”
Çocuklara kıymayın.
Bırakınız şarkı söylesinler.
Ne demişti bir zamanlar Süleyman Demirel, “Yollar yürümekle aşınmaz!”
Demokratik sabır çözümlerin anasıdır!