Derya Sazak

Derya Sazak

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye’nin PKK’nın silah bırakması ve Kürt sorununun demokratik, barışçı çözümü konusunda ‘geri dönülmez’ bir yola girdiğini dün Şanlıurfa’da bir kez daha gözlemledik.
Milliyet’in ‘Geleceğe Yatırım Türkiye’ye Yatırım’ toplantılarında konuğumuz Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’ti. Çelik kabinede ‘Alevi açılımı’yla öne çıkmış bir isim. Sendikalar ve kitle örgütleriyle ilişkileri nedeniyle toplumsal konularda deneyim sahibi. Sadece Ankara’nın değil, Güneydoğu’nun nabzını da yakından tutuyor.
Şanlıurfa’da Çelik’i dinlerken, Kürt sorununda çözüm noktasına gelindiyse bunda en büyük faktörün AK Parti döneminde ‘değişen paradigma’ olduğunu çok net anladık.
Sayın Çelik ya da bir başka siyasetçi dünkü konuşmayı 1990’ların başında yapsaydı; herhalde anında dokunulmazlığı kaldırılır, yasama dönemini Meclis’te değil, cezaevinde tamamlardı. Fikret Başkaya, Kürt sorununu ‘Paradigmanın İflası’ olarak değerlendirip kitap yazdığı için özgürlüğünden oldu. İsmail Beşikçi senelerce hapis yattı.
Şimdi hükümetin bir bakanı, 1980 - 90’lı yıllarda asla dile getirilmeyen ‘devletin yanlışlarını’ Şanlıurfa’da vali, belediye başkanı ve sivil toplum yöneticilerinin önünde lafı dolandırmadan ifade ediyor.
“Kanun vardır” diyor Faruk Çelik: “Sütlaç gibi, kanun vardır kırbaç gibi.”
Devam ediyor:
“Bunu devlete de uygulayabilirsiniz. Uzun yıllar devlet otoritesinin sert yüzünü görmüş, şefkatli kadife elinden mahrum bırakılmış bir sosyal doku. Bunun ötesinde toplumsal sorunlara duyarsızlık, yapılan bir çok yanlışlıklar. Sorunlar büyüdü, öfke dağına dönüştü ve devlet yıllarca terörü konusunda buzdağının görünen kısmıyla meşgul oldu. Havaleci bir anlayış egemen oldu. Ben çözemiyorum, benim adıma sen çöz denildi. Ret ve inkar politikası, güvene dayalı değil, güvenlik eksenli çözüm, ayrıştırıcı milliyetçilik siyaseti ve sanki buralar ülkenin toprak parçası değilmiş de sürgün yeriymiş gibi görülen bir yönetim anlayışıyla buralara gelindi.”
Çelik, ‘terörün değirmenine su taşıyan’ bu tablonun daha fazla kan ve kin doğurduğunu belirterek, ‘paradigmanın iflasını’ şu sözlerle anlatıyor:
“Bu sorunları oluşturan düşünce yapısıyla çözmemiz mümkün değil. Yeni bir bakış ve vizyona ihtiyaç var.”
Türkiye şimdi ‘yeni paradigmayı’ inşa sürecinin sancılarını yaşıyor.
Baharla gelen barış, yaza doğru iklimi iyice ısıtmış.
Bu coğrafyada havalar ısındıkça, çatışma ortamına girilir, dağdaki de askerdeki de ölüm nöbeti tutardı.
İlk defa bu yaz ‘ölüm’den söz edilmiyor.
PKK’nın silah güçlerini sınır dışına çekmesiyle, siyasetin önününün açılacağı, normalleşme sürecine girileceği beklentisi yaygın. Şu anda bulunduğumuz nokta çok değerli. Ve kazaya uğratılmayacak önemde. PKK sonbahara kadar Kuzey Irak’taki kamplara çıkar, silahlar susarsa toplum bu yeni duruma kolay alışır. Ve eskiye dönülmez.
Güneydoğu o zaman işi, aşı, yatırımı, eğitimi, kalkınmayı konuşmaya başlar.
Dün Balıklıgöl’de pazarın keyfini çıkaran binlerce insanın gözlerinde bu iyimserlik okunuyordu.
Bakan Çelik’in sözlerine katılıyoruz: “Daha fazla kan dökülmesini beklemek, seyretmek ihanettir.”
Ve ihanet gerçekte uyuşturucu ve silah baronlarının, sömürgeci güçlerin işine gelmektedir.
Türkiye artık oyuna gelmemeli.
Yine Çelik’in anlatımıyla altmış yılın, kırk yılını demokrasiye müdahaleler ve darbelerle geçiren, 1960’larda Almanya ayağa kalkmaya çalışırken ‘Başbakan idamıyla meşgul olan’, 1970-80’lerde Yunanistan’la eşzamanlı AB’ye girecekken askeri darbeye sürüklenen bir ülke olarak artık ‘makus talihimizi değiştirebilmeliyiz.’
Değişimin anahtarı da Kürt sorununun demokratik çözümüdür.
Barış içinde bir arada yaşamaktır.
Milliyet olarak barış yolculuğumuz devam edecek.
Bugün Mardin’deyiz.
Sırada Van ve Hakkari var.