Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



KIBRIS görüşmeleri bugün Lefkoşa'da başlıyor. Bu başlangıç 40 yıldır çözümü arzulanan iki konuda ilk ciddi adım demektir.
İlki, Kıbrıs sorununun bitirilmesi için adım.
İkincisi, Türkiye'nin AB'ye girmesi için adım.
Kıbrıs'ta uzlaşma 1 Mayıs'a kadar sağlanabilirse, bazı çatlak seslere rağmen, AB artık Türkiye'ye müzakere tarihi vermekten kaçınamayacaktır.
***
ÖYLE anlaşılıyor ki, New York'taki ilk rauntta, Türk hükümetinin de, Denktaş'ın da istedikleri oldu. Daha doğrusu mevcut dünya konjonktürü içinde, olması arzu edilen değil de, olması mümkün olan elde edildi. Edildi ki bugün ikinci raunt başlatıldı.
Bu pazarlıkta kaybeden tarafın Kıbrıs Rumları olduğu da söylenemez.
Olaya onlar açısından bakalım; ikinci raunt Türklerin üç isteği gerçekleşmeden uzlaşmayla sonuçlanırsa, 1 Mayıs'ta Rumlar Kuzey'i de aralarına alarak bir bakıma amaçlarına ulaşmış dünyadaki 7. müstakil Türk devletine son vermiş olacaklardır.
***
NEW York uzlaşması bir gerçeği, bir kez daha gözler önüne serdi. Akıl yaşta değil baştadır. Bazı işlerde başarı için nüfus kağıdı değil, akıl ve deneyim önemlidir.
New York'taki olumlu gelişmeyi hazırlayan müzakerecilere bakın: Klerides 84 yaşında, Denktaş 80 yaşında, Papadopulos 70 yaşında ve en gençleri Annan 66 yaşında...
***
KIBRIS sorunu çözüm yolunda ilerlerken, kısa bir süre önceye kadar tanık olduğumuz tartışmalara dönüp şöyle bir bakalım. Kimlerin yanıldığı açıkça görülüyor.
"Annan planı Sevr'dir" diyenler yanıldı.
"Rauf Denktaş imzalamaz" diyenler yanıldı.
"Ver kurtulcular" yanıldı.
"Ver kurtulcular var" diyenler yanıldı.
"Denktaş'la Talat bir arada olamaz" diyenler yanıldı.
Peki kim kazandı?
Eğer ikinci rauntta Türk tarafı "olmazsa olmaz" dediği üç değişikliği kabul ettirebilirse, hem Türkiye hem Türk Kıbrıs kazandı demektir.
***
YAŞAMIMIN üçte ikisi yazı işleri masasında geçti. Bu sürede binlerce haberi "manşet" yaptık, binlerce "başlık" attık.
Manşet olan haber en ilginç olan, en önemli olan demektir.
Uzun yıllar; okunmaz, ilgi uyandırmaz diye bakılan harbelerin arasında Kıbrıs haberleri de yer aldı.
Çünkü, çözümsüzlük çözüm olarak kabul edilmişti. Öyleyse bu temele oturtulan Kıbrıs sorununda yeni, ilgi çekici, önemli ne olabilirdi?
Hiç.
Ama New York'tan bu yana durum değişti.
Kıbrıs hem ilginç, hem önemli olarak Türk kamuoyunun gündemine döndü.
Hoş geldin Kıbrıs.

Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'a mal edilen bir söz var. Komünizmden sanık gençlere şöyle bağırır: "Komünizmi getirmek gerekirse onu da biz getiririz..."
"Çözümsüzlüğü çözüm haline getirdi" diye eleştirilen Denktaş'ın New York'taki tutumu Tandoğan'ı hatırlatıyor:
"Çözüm gerekiyorsa, onu da ben getiririm."

Yedi buçuk katrilyonluk borcunu ödemeye yanaşmayınca Uzanlar'ın 219 şirketine el kondu. Bunlar satılacak, borç kapatılacak. Böylece bu 7.5 katrilyon halkın sırtına yük olmaktan çıkacak. Yersiz gerekçeler bu satma amaçlı el koymayı haksız gösteremez.
Bu arada 50 milyar dolar batıran diğer batakçıların çoğu vatandaşa nispet verircesine lüks yaşantılarını sürdürüyorlar.
Uzanlar'a uygulanan onlara da uygulanmalı.
Bu yetmez. Bu batışa gidişi zamanında gördükleri halde görmezden gelen siyasiler de, üst düzey bürokratlar da, murakıplar da ellerini kollarını sallayarak dolaşamamalı.
Bu arada el konulan Star gazetesinin dünkü sayısı ibret vericiydi.
25 cm. yüksekliğindeki 8 sütunluk sürmanşete Başbakan Erdoğan oturtulmuştu. Kraldan fazla kralcı olma gayreti, en azından ayıptır. Başbakan'ın lehine de değildir.

İkinci kar krizi zararsız atlatıldı. Görüldü ki, önlem alınınca, aynı nedenler aynı sonucu doğurmayabiliyor. Yani felakete karşı çaresizlik ifadesi yanlış. Ama bir istisna ile. O da taksiler.
O kar, kış günlerinde bazı taksi duraklarında sıra sıra taksiler olduğu halde vatandaş bunlardan yararlanamadı.
Türkiye'de belki de tekel oluşturan, imtiyazlı tek meslek "taksicilik"... Plaka sınırlaması var. Kendileri için şehrin en önemli noktalarında "yazıhane" kurma imkanı var. Ama birçoğu buna rağmen sorumluluğunu yerine getirmekten kaçınıyor.

Bazı filmleri eleştirmek için sanat eleştirmeni olmaya gerek yok. 50 yıldır film seyrediyorsanız söyleyecek sözünüz var demektir.
Vizontele Tuuba'yı seyrettim. Bana yıllar önceki Ses Tiyatrosu'nu, Elhamra İstanbul Tiyatrosu'nu hatırlattı.
Toto Karaca ve Sururi ailesinin, Muzaffer Hepgüler'in oynadığı oyunları. Ve Ses Tiyatrosu'nda Sadık Şendil imzalı komedileri.
Şunu demek istiyorum: Birincisi gibi ikinci Vizontele de film değil, sanki sahne oyununun filme çekilmişi...
Ben böyle filmleri sevmem.