TÜRKİYE'de hükümetler ülkenin ekonomik değerlerini yıllarca adeta "topatan tüccarın malları bunlar" dercesine har vurup harman savurdular.
Ücret zammı için Özal'la Akbulut'un kavgasını biliyoruz.
"Verdimse ben verdim"i unutmuyoruz.
"Onlar ne verirse, ben beş fazlasını veririm"i hatırlıyoruz.
Taban fiyatların oy için adeta açık artırmaya çıkartıldığını belleğimizde muhafaza ediyoruz.
Oy için alınan ürünlerin sonradan cayır cayır yakıldığını normal karşıladığımız günlere şimdi hayret ediyoruz!
Yandaşlara, partidaşlara açılan kadrolara, işin adresini bilmeden maaş alanlara, yıllarca nasıl tahammül ettiğimize şimdi şaşırıyoruz.
Ama işte bu "han - ı yağma"nın sonunda öyle bir noktaya gelindi ki "harç bitti, yapı paydos."
***
VE bugün bu savurganlığa "the end" diyen IMF'nin programıyla karşı karşıyayız.
Yani, çalıştır banknot matbaasını, bastır parayı yok artık.
Dönem hesap kitap dönemi.
Gelir, giderden fazla olacak.
Ama bu hesap kitaba, 70 milyon, adil bir fedakarlık ölçüsünde uymalı.
Biliyoruz ki, "biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar."
Bu açıdan bakınca bu ülkenin en önemli sorunlarından birinin "gelir dağılımı adaletsizliği" olduğunu görüyoruz.
AKP bu sorunu çözümlemek zorunda. Çünkü istikrarın da, huzurun da başlıca şartlarından biri bu.
***
GAZETEDE bir haber; İstanbul'da bir baba okuldan eve dönerken donup ölen oğlu için ağlıyor. "100 milyon liramız olsa yakındaki okula kayıt parası verip yazdırabilecektik ve oğlumuz ölmeyecekti" diyor.
Aynı gazetede başka bir haber. Yeni açılan mütevazı bir lokantadan söz ediyor. "Bir kişinin bahşiş dahil 100 milyon liraya güzel bir yemek yiyebileceği" ballandıra ballandıra anlatılıyor.
Bir yemek fiyatına bir hayat.
Demagoji mi? Hayır... Gerçek...
Şunu da unutmayalım; refahı paylaşmadan güvenliği paylaşmak, mümkün olamaz.
***
POLİTİKACILARIMIZIN uzun yıllar boyu ortak hedefi 2000 yılında İtalya'yı yakalamaktı.
Örneğin Demirel Cumhurbaşkanı olarak ilk mutlu haberini veriyordu: "Türkiye bu 7 yılda (yani 2000 yılına kadar) bir asır aşacaktır."
Sözler sanıldığı gibi uçmuyor. İşte 2004 yılındayız ve 2800 dolarlık milli gelir ortalamamız alın yazımız gibi, çakılmış duruyor.
Türkiye'deki nispi iyileşme gözümüzü boyamasın, benzer ülkelerle durumumuzu mukayese edin, kimlerin nerelerden nerelere geldiğini görün ve oturup ağlayın.
AKP'ye çok iş düşüyor.
Yılmaz Erdoğan, Vizontele Tuuba'nın galasında, magazin muhabirlerinin oyunculardan çok Mustafa Erdoğan ve sevgilisi Gülben Ergen'le ilgilenmesine tepki gösterdi.
Ne denir?
Kıskanma ne olur
Çalış senin de olur.
Popstar büyük bir dalga yakaladı. Yüksek reyting yaptı, para da kazandırdı.
Bu bir "şov"du ve amacına ulaştı.
Bazı entelektüel üstünlük heveslilerinden bu şovu eleştirenler, beğenisi nedeniyle halkı küçümseyenler de oldu.
Oysa Popstar ilginç bir vakıa, neden seyredilmesin. Halkı anlamak, onunla beraber olmakla, onun ilgi alanlarıyla meşgul olmakla mümkün değilse neyle mümkündür?
Sonra, halka Popstar'dan daha içerikli neler verdiniz de almadı?
TV'ler vatandaşa dünyanın kapılarını açan ücretsiz anahtarlar gibi. Büyük çoğunluk için; yemek, içmek, giyinmek, eğlenmek, dinlenmek, öğrenmek, hayal etmek, hepsi o kutunun içinde.
Bırakın hiç olmazsa, çoğunluğun hayalleri kendilerine kalsın.
Kar İstanbul'u esir aldı. Yönetimlerin fiyakası bozuldu, foyaları çıktı.
Cumartesi, pazar sokaklarda temizlik işçileri yoktu. Önemli ara yollar bile karla kapalıydı. Hizmetliler sanki "kar tatili"ndeydi.
Pek çok yolun tıkanmasında vatandaşların ihmali de rol oynadı. Araçlarda zincir yoktu.
Her motorlu araçta nasıl "ilkyardım çantası" varsa, bundan böyle hiç olmazsa yılın 6 ayı için bagajlarda zincir bulundurmak da zorunlu olmalı.
Kaçak tarihi eserler, tanınmış bir hanımın garajında bulundu... Sonuç yok.
Yakalanan ve "aşk taciri" olduğu söylenen bir hanımın defterinde tanınmış isimlere rastlandı... Açıklama yok.
İlk soruşturmanın gizliliği "güçlüler", şeffaflık "garibanlar" için mi geçerli?..