Her toplumun bir hedefi var. Türkiye'nin hedefi ne?
Globalleşen dünyaya dahil etkin, saygın, zengin bir ülke olmak mı?
İçe kapanıp mutluluğu orada aramak mı?
Sorular çoğaltılabilir. Ama cevap hep aynı olacaktır:
Türkiye'nin hedefi yok.
Ben neredeyse kendimi bildim bileli, Türkiye 2000'de İtalya'yı yakalayacak, hatta aşacaktı.
Hükümetler, siyasiler hedef olarak bunu gösterdi durdu.
Oysa milli gelir rakamlarına bakın. Yola beraber, hatta bir adım önde çıktığımız Güney Kore nerelerde, İspanya nerelerde, Yunanistan nerelerde, ya İtalya, hani o yetişeceğimiz İtalya şimdilerde nerelerde?..
Türkiye'de kişi başına milli gelir yıllardır 3 bin doları aşamazken, Güney Kore'de bu rakam 10 bin doları aştı, Yunanistan'da 15 bin dolar, İspanya'da 20 bin dolar, İtalya'da 25 bin dolar.
Acı noktalara değinmek "felaket tellallığı" yapmak değil, hali pür mealimizi takdimdir.
"Durumdan ders çıkartılması" arzusunun ifadesidir.
Geçmişteki siyasilerimizin başarısızlık grafiğini gösterip, yenileri atılıma teşviktir.
***
SİYASİLERİMİZ yıllardır "nurlu ufuklar"dan söz ediyor. Oysa bugün hala Türkiye'de gelir dağılımı adaletsizliği dayanılmaz şekilde sürüyor. En zenginle en fakir arasında 237 katlık bir uçurum var.
Nüfusun en zengin yüzde 6'lık bölümü milli gelirin üçte birini alırken, kalan yüzde 94'lük kısım üçte iki ile yetiniyor.
Bir hesaba göre asgari ücretle çalışan bir işçinin bir kilo kıyma alması için 8 saat, yani bir işgünü çalışması gerekiyor.
Oysa hırsızlara, hortumculara milyar dolarlar göz göre göre kaptırılıyor ve geri alınmıyor.
***
SON 50 yılda dünyada ticaret 17, üretim 4 kat artmış görünüyor.
Türkiye 136 ülke arasında yabancı sermayeyi çekme sıralamasında 120 - 128 sıraları arasında yer alıyor. Bu da yatırımlardaki kısırlığı doğuruyor.
Türkiye üretmiyor, üretip ihraç edemiyor. Yatırım olmayınca istihdam da olmuyor.
Ülke nüfusunun yüzde 10'u işsiz. İşsizlik oranı eğitimli gençlerde yüzde 30'lara varıyor.
İç ve dış borç batağı boğazımızı aştı.
Borcun çevrilip çevrilemeyeceği tartışmaları çok ciddi bir tehlikeyi gündeme getiriyor.
***
BU resim felaket resmidir. Ama gerçeğin ifadesidir.
Siz güzel sözler de söyleseniz Türkiye boğuluyor. Görmek istemeseniz de boğuluyor.
Bu felaketin sorumlusu son 30 - 40 yılın tüm politikacıları, tüm partileri, tüm hükümetleridir.
Yeni iktidardan umut var mı?
YÖK, kadrolaşma, Milli Görüş genelgesi, MÜSİAD'da dini açılış derken, 23 Nisan resepsiyonu patlama noktası oldu. Yalnızca; "Ordu hükümeti takibe aldı" hükmünü canlandırdığı için bile bu iktidar umut vermiyor. Türkiye normalleşmek istiyor, onlar aksini zorluyor.
Bugüne kadar "yarı başkanlık" sistemini savundum. Ama Tayyip Bey'in "başkanlık" hevesini görünce, vazgeçtim.
Ne olur ne olmaz.
Demokrasinin zaaflarından biri, her zaman en ehilleri ortaya çıkartamaması değil mi?
Parlamenter sistem Türkiye'de dünya durdukça dursun!..
Irak özgür mü oldu, sömürge mi?
Bölündü mü, bütünleşti mi?
ABD bunlara cevap vermiyor ama "Irak'a demokrasi geldi" diyor.
Demokrasi o kadar basit mi, hap yapıp yutturabileceksiniz.
80 yıl geçti biz henüz demokrasiyi oturtamadık, 80 günde Irak'a nasıl giydirilebilecek?
Demokrasi bir kültür, bir anlayış, bir dünya görüşü ise bunda insan altyapısının hiç mi önemi yok.
"Ben yaptım oldu" demek fazla iyimserlik değilse yutturulamayacak bir yutturmacadır.
Şu "bor" işini anlayanınız var mı?
Borun dünyada en çok Türkiye'de olduğu söyleniyor.
Ve bu maddenin petrol kadar, uranyum kadar önemli olduğu vurgulanıyor.
O kadar önemli ki; Enerji Bakanı, "Borun mutlaka devlet eliyle işletilmesi gerektiğini" belirtiyor.
Bu madenin, "Türkiye'yi kurtarabileceği" görüşleri doğruysa niye eyleme geçilmiyor, ilk kazma vurulmuyor, tesisler kurulmuyor? Anlamak güç. Çok masraflı bir iş bile olsa, kaz gelecek yerden tavuk esirgenir mi?