Bir buçuk milyon genç sınava girdi; bunlardan ancak 300 bine yakını üniversiteye kabul edilecek.
Bu cümleyi ufak bir rakam değişikliği ile her yıl kullanıyoruz.
Demek ki yıllardır değişen bir şey yok.
Pardon... Belki de her yıl değişen tek şey var.
O da Milli Eğitim bakanları.
* * *
PAZAR gecesi TV'de Dr. Stress'teki eğitim konulu tartışmayı sabaha karşı, saat iki buçuğa kadar izledim.
Eğitimciler var, öğrenciler var. Eğitimcilerin içinde özel ve resmi okul müdürleri var.
Dershane sahibi var. Eğitim - Sen İstanbul Şube Başkanı var. Milliyet'ten de eğitim sayfamızın sorumlusu ve yazarı Abbas Güçlü var.
Tartışma uzun ama sonuç hem kısa, hem yeni değil.
Bu kadar genci üniversite kapısına yığmak günahtır. Hem onlara hem ülkeye yazıktır.
Marifet; ülkenin ne kadar üniversite mezununa ihtiyacı varsa o kadar öğrenciyi üniversiteye kabul etmektir.
Marifet; üniversite eğitimi için uygun görülen öğrencileri ortaöğretimden sonra klasik liselere almaktır.
Ve liseye alınan bu çocukların hepsini üniversitede kabiliyetleriyle ilgili dallara sokmaktır.
Bu seçimin dışında kalanları, klasik liselere alınmayanları meslek okullarına yöneltmektir.
* * *
AMA bizde oy kaygısıyla yıllardır gerçek yerine sanal bir eğitim sürdürülüyor.
"Herkese üniversite" sloganıyla bir buçuk milyon genç yüksekokulların kapılarına yığılıyor.
Bunların çoğu üniversiteye giremiyor ve boş dolaşan küskünler ordusunu oluşturuyor. Çünkü liseden sonra artık meslek öğrenmek de imkansızlaşıyor.
Bir kısmı istemediği fakültelere girdiği için, o mesleği ömür boyu mutsuz bir şekilde icra ediyor veya terk edip başka iş peşine düşüyor.
Kalabalık üniversite sınıflarında (örneğin: İstanbul Hukuk Fakültesi 1. sınıf bin kişiliktir. Tıpta öğrenci sayısına göre kadavra yoktur) kalabalığın getirdiği özensizlikle öğrenciler yetiştiriliyor.
Meslek okulları üniversiteye öğrenci yolladıkları için, meslek adamı yetiştirme fonksiyonunu tam anlamıyla yerine getiremiyor. Öğrenciler de oralara meslek öğrenip hayata atılınacak yer gözüyle bakmıyor.
Tüm bu çarpıklıklar, plansızlıklar özel okul ve üniversiteleri doğuruyor.
Özellerle ilgili olarak da "eğitimin kalitesi" mi, "diploma sağlamak" mı öncelikli, bu tartışılıyor.
* * *
TV'deki oturumda okullara yapılan ayda 500 bin liralık katkı payının eleştirilmesini anlamakta güçlük çektim.
Bir yanda dershanelere giden, özel okullara akan trilyonlar, bir yanda tartışması yapılan ayda 500 bin liralar...
Eğitim - Sen İstanbul Şube Başkanı'nın, öğretimin kalitesiyle ilgili somut, pratik girişimleri yokken ikide bir "demokratik eğitim" demesini de propaganda gayreti gibi gördüm.
Gece yarısına kadar yapılan konuşmalar "eğitimde devrim" gerektiğini bir kez daha ortaya koydu...
Uygar ülkelerde çözüm neyse burada da o olmalı. Eğitim onun bunun oyuncağı olmaktan çıkartılmalı.
Ama ne yazık ki, yeni hükümet de "üniversite sınavlarını kaldıracağız" diye hiç de gerçekçi olmayan söylemlerle bu özlemimizin yine bir başka bahara kaldığını gösteriyor.
Yazara E-Posta: dheper@milliyet.com.tr