Okullar bugün açıldı, yani yeni bir eğitim dönemi başladı.
Ülkelerin belli başlı konulardaki politikalarında istikrar olur.
Mesela, milli eğitim politikası öyle ikide bir değişmez, değişmemelidir.
Bizde öyle mi?
Bakın şu manzaraya:
Avni Akyol, ortaöğretim kurumlarına, yıllardır sözü edilen ama bir türlü uygulanamayan “Kredi ve Ders Geçme Sistemi”ni getirdi. Sistem birdenbire bütün okullarda uygulamaya sokuldu. Ama altyapısı uygun olmayan okullarda sistemin menfi faturası öğrencilere çıktı.
Akyol, gençlere iş sahası yaratmayı amaçlayan LİMME projesini de uygulamaya koydu. Ancak, bakanlığı ortalama iki yıl süren Avni Akyol’un icraatları, Milli Eğitim bakanları değiştikçe budandı, budandı sonra da kaldırıldı.
Köksal Toptan, kredili siteme sahip çıkarak bu uygulamadan vazgeçilmeyeceğini açıkladı. Akyol’un sert eleştirilerine rağmen LİMME projesine son verdi. Toptan “eğitim kampusları” projesi ve anadolu liselerinin paralı olmasını önerdi. Ayrıca “İlköğretim Yönetmenliği”nde de değişiklikler yaptı. İlkokullara yeni derslerin girmesini sağladı.
“Öğretmen Yeterlilik Sınavı” yine Köksal Toptan zamanında kaldırıldı.
Nevzat Ayaz, akşam liselerini kaldırdı, açıköğretim lisesini kurarak bu alana ağırlık verdi. Kredili sistemi, uygulanamadığı, okulların yapısına uygun olmadığı gerekçesiyle kaldırıldı.
Ayaz, “Türk modeli” dediği “Alan Seçmeli Sınıf Geçme Sistemi”ni getirdi.
Mehmet Sağlam, liselerde uygulanmakta olan sistemin üzerinde bazı değişiklikler yaptı. Önce ağırlıklı not ortalamasını 2.50’den 2’ye indirdi, ardından zorunlu ders olan edebiyat dersini, borçlu geçebilecek ders haline getirdi. Sağlam ayrıca üniversite mezunlarına öğretmenlik yolunu açtı.
* * *
BAKIN, Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Bener Cordan “her öğrenciye iki yabancı dilin öğretileceğini” müjdeliyordu.
Sonra ne oldu? Sözler unutuldu. Bırakın iki yabancı dili, anadolu liselerinde bile yabancı arka plana atıldı.
Bu nedenle de devletin boşluğunu özel teşebbüs doldurmaya kalktı.
Eğitim piyasaya düştü...
Özel okullar, özel üniversiteler, dershaneler aldı başını gitti.
Bugüne kadar milli eğitimde yapılan değişiklikleri yazsak buraya sığmaz. Biz bir kısmını hatırlatmak istedik.
* * *
MİLLİ Eğitim’e bütçeden ayırılan para yetersiz. Ve bu yetersiz pay düştükçe düşüyor.
Avrupa ülkelerinin çoğunda öğretmenler bizdeki maaşların 8-10 katı bir ücret alabiliyor.
Ülkemizde 80-100 kişilik sınıflarda okuyan öğrenciler var.
Derslik başına düşen öğrenci sayısı ise ortalama 52.
Oysa bu sayı ABD’de 20, Almanya’da 16, Belçika ve Fransa’da 30, İngiltere’de ve İsviçre’de 25.
Yıllık eğitim süresinde de geri durumdayız. Bazı Avrupa ülkelerinde 230 işgününe varan öğretim süresi bizde 180 güne kadar iniyor.
Sonra kalkıyoruz. Üniversiteye giriş sınavında 30 bin öğrenci sıfır aldı diyoruz.
Daha çok öğrencinin sıfır almadığına şükür...
BAŞBAKAN HAKLI!
Başbakan Erdoğan’ın da doğru söz söylediği de oluyor.
DTP için “Tehditle oy alıyorlar” söylemi gibi.
Bu tehdit olmasa DTP 2 milyon 300 bin oy alır mı?
Alamaz.
Başbakan’ın teşhisi doğru.
Duran saat bile günde iki kez doğru zamanı gösterir, değil mi?
Trafik için öneri
Üçüncü köprü hazırlığı sürerken üçüncü havaalanı kararı da çıktı. İstanbul, Silivri Gazitepe’de yapılacak çalışmayla yeni bir havaalanına kavuşacak. Tüm bunlar İstanbul’da trafiği rahatlatmak için yapılıyor. Öyleyse benim de bir önerim var. Kamyon ve TIR’lar Silivri’den araba vapurlarıyla Kadıköy’e, yani karşıya taşınamaz mı?
TEM ve E-5’te de böylece sıkışma önlenmiş olur.
GÜNEYDOĞU
Gerçek ne?
“...Bunca yıllık gözlemlerime dayanarak şunu söyleyebilirim:
Güneydoğu’da yaşayan insanlarımızı düşman gibi görüyoruz. Militan oldukları sonucuna varıp, kulaklarımızı kapatıyoruz. Yetmiyor, hakaret ediyoruz, savcıları harekete geçiyoruz ve cezalandırıyoruz...”
Bunları bir arkadaşımız gazetedeki köşesinde yazıyor. Hem de “yıllarca süren gözlemime dayanarak” diyor
Peki hakikat böyle mi?
Değil.
Kürt kökenli kardeşlerimizi düşman gibi gören, hakaret eden yok.
Ama, tam tersi var.
Mesela, DTP Hakkâri Milletvekili Hamit Geylani.
Geylani “Kürt açılımı”ndan belki de cesaret alarak Genelkurmay Başkanı ve muhalefet partisi liderlerine hakaret ediyor. Ve Ankara’ya meydan okuyor. Yalnız o mu?
Irak’tan dönen Ahmet Türk adı konulmamış bir bölünme istiyor. Diyarbakır DTP başkanı ise Ankara’yı ve Türk ordusunu tehdit ediyor.
Bunları bilinmezmiş gibi yazılıyor. “Kürtlere hakaret edenler var” deniyor. Olur mu?
* * *
Geçenlerde de hatırlatmıştım; Güneydoğu’da hâlâ aşiret düzeni var, aşiretin reisi ve ailesi sanki soylu, toprağın, köylerin asıl sahibi olduğu gibi o bölge halkının da sahibi, halk onların adeta kölesi. Bu aşiret düzeninde Kürt kökenli kardeşlerimizin, halkın hakarete uğraması mümkün, zaten bu düzen başlı başına hakaret. Başlı başına kan emici bir düzen.
Ama bu görülmüyor. Güneydoğulu kardeşlerimizi bu aşiret düzeninden kurtarmak için gayret sarf edilmiyor.
Bu hiç dikkate sunulmadan düşmanlıktan söz ediliyor. Kimin kime düşmanlığı?.. Gerçekte kim kime düşmanlık ediyor?
BİLGİSİZ
Ahkâm kesenler
Başbakan’ın TV izlemek için vakti yok.
O kadar çok TV yayını var ki hepsini nasıl izlesin?
Ama dizileri, filmleri ve yarışmaları bırakıp, TV’lerdeki haberleri, tartışmaları ve konuşmaları izleyenler, Güneydoğu’da bazılarının aleni ayrı bir devlet istediğini veya masum gibi görünen bazı isteklerinin bir süre sonra bu ayrılığı yaratacağını görürler.
Lehte ve aleyhte konuşmak, yazmak için önce TV’lerdeki bu programları izlemek lazım.
Mesela geçen gece benzer bir program TV’de 3.5 saat sürdü. O konuda rahat konuşmak için o programı izlemek gerekirdi. İzlemeden konuşmak, “ahkâm kesmek” anlamına gelmez mi?
İşte bizde çoğu kişi bunu yapıyor.
İzlemiyor, dinlemiyor, birinci ağızdan duymuyor ama ahkâm kesiyor. Yani bilgelik taslıyor. Halkı yanlış etkiliyor.
Oysa özellikle mesleği bu olanların küçük-büyük demeden TV’leri geç saatlerde de olsa izlemeleri lazım. Konuşmaları not etmeleri gerek.
Yoksa sözleri, yazıları ahkâm kesip halkı yanıltmaktan başka işe yaramaz.