Türkiye artık büyük devletlerden biri olabilir.
Bunun için her şey hazır.
75 milyon nüfusun çoğu genç.
Okuyanlar çoğunlukta.
Sermaye- darlarımız var.
Orta sınıf gelişmiş.
Dünyadaki coğrafi yerimiz elverişli.
Peki geriye ne kalıyor?
Siyasi istikrar, değil mi?
İşte o yok.
O da olsa artık kimse Türkiye’yi tutamaz.
* * *
AKP’nin eline tarihi bir fırsat geçti.
Daha doğrusu bu halk tarih boyunca kimseye vermediği imkanı Tayyip Erdoğan ve onun partisi AKP’ye verdi.
10 yıldır Türkiye’de koalisyonlar aforoz edildi ve tek parti hükümeti kuruldu.
Yani 10 yıldır iktidarda tek parti ve tek adam var.
Üstelik sözü sohbeti yerinde bir muhalefet de yok.
Ama her gün, iktidarla muhalefetin kavgası, küfürleşmesi, gerginliği var.
* * *
Oy vermiş olsak da olmasak da şartlar Erdoğan’dan vatan için birçok şey yapmasını beklememizi gerektiriyor.
Önce, Erdoğan “fiilen başkan” olduğunu bilmeli.
Sonra, oy aldıkları gibi, almadıklarının da hükümet başkanı olduğunu kabul etmeli. Erdoğan, dini bütününde, dinsizin de, komünistin de, Kemalistin de, hepsinin başbakanı olduğunu bilerek hareket etmeli.
Ve sert konuşmaları terk etmeli, uzlaşmacı olmalı.
Sudan eleştirilere cevap vermemeli.
Kapsayıcı olmalı. Kimseyi dışlamamalı. Benzetme yerindeyse, bir baba, bir ağabey gibi vatandaşlara sarılmalı.
İdeolojileri kaynaştırmalı, yabancılaştırmamalı. Bu yüzyıl artık düşman ideolojiler zamanı değil.
Türkiye ileriye ancak 75 milyonun kaynaşması halinde götürülebilir. Düşman olması halinde değil.
Bunu da Erdoğan başarabilir. Onun elinde “kardeşlik seferberliği” başlatma imkanı var.
Toplumsal tabanını da kaybetmeden.
2013’ün bu yolda politika değişikliği getirmesini dilerim.
ULUDERE
“Sınır yok”
Başbakan, Ankara Sanayi Odası’nda konuştu ve “tek bayrak” dedi.
Ama Şerafettin Elçi’nin tabutuna Ankara’da “Türk bayrağı”, Cizre’de “Kürt bayrağı” örtüldü.
Hani tek bayrak, diye sormak gerekmez mi?
* * *
Şerafettin Elçi’yi ben TV’lerden tanıyorum.
Yıllardır TV’deki onun katıldığı programları izlemeyenler onu tam anlamıyla tanıyamaz.
O Türkiye’de federasyon peşindeydi. Federasyonu savunurdu.Yani sonuç olarak Türkiye’nin bir türlü bölünmesi taraftarıydı. Ama terörle değil.
Üstüne Cizre’de örtülen bayrak da bunu göstermekteydi.
* * *
Uludere’de BDP Eşbaşkanı Demirtaş konuşuyor.
Demirtaş konuşması arasında özetle şunları da ifade etmek istiyor:
“Bu sınır zaten sunidir. Buradaki Kürtler karşıdaki Kürtlerle kaçakçılık değil ticaret, yani alışveriş yapmaktadır. Tekrar ediyorum onlar arasında sınır yoktur ki yaptıkları kaçakçılık olsun. Yani onlar bir ülkenin, Kürdistan’ın insanlarıdır.”
* * *
Aşağı yukarı bir yıl önce Uludere’de terörist zannıyla 34 kaçakçı vatandaşımız öldürülmüştü.
Tabii kaçakçılığın cezası ölüm olamaz. Bunun hukuki hesabı görülecektir.
Bizim üzerinde durmak istediğimiz konu Şırnak - Uludere - Ortasu arasında “Roboski” isminin de kullanılması.
Niye Ortasu değil de Roboski, bu Rusça değil mi?
Yoksa, “Türkçe olmasın da ne olursa olsun”, diyenler mi var?
* * *
Bu birkaç olay gösteriyor ki hükümetin bölünmeye karşı daha başka tedbirleri olmalı... Yoksa bölünme isteyenler galip gelirse şaşmayalım. Ve bu bölgeler farz edin ki ayrıldı gitti, peki kargaşa batıya intikal etmeyecek mi, ettirilmeyecek mi? Yani sorun bitecek mi?
Hayır.
Ama her şeye rağmen doğan son umut karartılmasa...
ÖZAL’I
Rahat bırakın
Ahmet Özal artık bıktırdı.
Tutturdu babam zehirlendi diye.
Özal, mezarından bile onun yüzünden çıkartıldı.
İlim, bilim karar verdi “zehirlenmemiştir” diye.
Ama Ahmet Özal durmadı “babamı zehirlediler” diye ısrar etti.
Hepimiz de, o bir şey biliyor zannettik.
Ama geçen gün bilmeden konuştuğu yani amiyane tabiriyle, attığı meydana çıktı.
“Babam hastaneye yürüyerek geldi. İşte resmi. Hastanede öldü”, dedi. Oysa resimdeki kişinin Turgut Özal olmadığı anlaşıldı.
Bundan sonra, Ahmet Özal’ın sözlerine, iddia ve ithamlarına inanabilir misiniz?
TV’LERDE
Bakamadıklarım
Yıllardır gece gündüz TV izlerim. Bunu görev bilirim.
Anında dünyadaki olaylardan haberdar olmak ve oradan ipuçları kapmak, yazılı medyada çalışanlar olarak görevimizdir. Yani haberci isen TV’leri de gazeteler gibi izleyeceksin, izlememenin bahanesi olmaz.
Ama bu kadar iddialı olduğum halde benim de izlemediğim, izleyemediğim programlar var.
Bunların başında TV’lerdeki “vahşi doğa” programları geliyor.
Mesela bir aslanın küçük bir ceylan yavrusunu kovalayıp, boynuna dişlerini geçirerek yakalaması ve bize ağlamaklı gözlerle bakan o güzelim yavruyu diri diri, çırpına çırpına parçalaması.
İşte ben TV’lerdeki bu sahnelere dayanamıyorum.
TV yöneticileri, 2013’te bu görüntülere inşallah son verirler, diyorum.