Doğan HEPER
CHP ve DP dönemi her şeye rağmen siyaset adamlarının genellikle saygı uyandırdığı dönemler olarak hatırlanacak.
O dönemde bir başbakanın, bir bakanın konuşması olay sayılırdı.
Öyle ayaküstü, bakanlık merdivenlerinde, otomobil kapısında, rakı masalarında en önemli devlet meselelerinin doğru, yanlış, bölük, pörçük açıklandığına pek rastlanmazdı.
Sonra Türkiye,
"Konuşan Türkiye" oldu, demeç ve konuşma yarışı başladı.
"Konuşan", ama nasıl ve ne zaman, belli olmadan.
Üstelik artık o kadar çok dolaşılıp konuşuluyor ki iş yapmaya nasıl vakit bulunduğuna da şaşmamak imkansız.
Ve bu kadar çok, gereksiz ve hazırlıksız konuşulduğu için de bol bol çelişkilere düşülüyor.
İncir çekirdeğini doldurmayan konular dahi TV'lerde uzun uzadıya zaman işgal ediyor.
En üst düzeydeki yetkililer bile, haftada 3 - 5 TV'nin programına katılarak aynı şeyleri tekrarlamaktan yorulmuyor.
* * *
GÖREVİN ve makamın ciddiyetine yakışan; o makamı temsil eden sözcülerin olması ve gereken açıklamaları onların yapması değil midir?
Oysa bu durumun tersi adeta sirayet halinde...
Bakın Anayasa Mahkemesi'ne. Alın RP'nin kapatılma davasını.
Olayın başından beri mahkeme hep konuşuyor.
Oysa davanın seyrinde, her gün açıklamaya değer, dönüm noktaları yaşanmıyor.
Ama adet haline getirildi. Günde üç öğün ayaküstü açıklama sanki Allah'ın emri...
Bu tutum mahkemenin imajına aykırı değil mi?
* * *
BU ayaküstü konuşma hevesinin hükümetin başına ne dertler açtığının örneklerini daha yeni yaşadık.
Devlet bakanının,
"6 ay petrol ürünlerine zam yok", açıklaması ve onu takip eden
"KİT ürünleri için 6 aylık zamsız dönem" müjdesi hesabı kitabı yapılmadan, sonuçları düşünülmeden, ayaküstü ve acele verilebilecek haberler miydi?
"Söz gümüşse sükut altındır" deyişi, yıllar boyu edinilen deneyimlerden çıkan yararlı sonucun formülü değil mi?
Konuşulması gerekli yerde susmak, susulması gereken yerde konuşmak, son yıllardaki hastalığımız.
* * *
TÜRKİYE,
"konuşan Türkiye" olacaksa gevezelikler nedeniyle değil, yıllarca yasak sayılan konular serbestçe tartışılabildiği için olacak.
Bunun ipuçları da var.
Son örnek dinin medyada enine boyuna tartışılmasında görülüyor.
Kısa bir süre önce TV'deki
"Ceviz Kabuğu"nda, Müslümanken, Hıristiyan olan bir Türk'le, Süryani bir Türk'ün Hıristiyanlığı savunmalarına tanık olduk:
İsa'yı
"Tanrı", İslamı
"yok" ilan ettiler.
Geceyarısı 3'e kadar dikkatimizi dağıtmadan izlediğimiz ilginç tartışma programı Türkiye'nin hoşgörüsüzlük çemberini yırttığının da göstergesiydi.
Ve son günlerde TV'lerde aşağı yukarı her gün yine din gündemde.
Bu kez Müslümanlık.
Neredeyse her akşam Prof. Yaşar Nuri Öztürk ekranlarda. Ya konuklarıyla ya da haber saatlerinde telefonla katılanlarla:
İslamda Kuran'dan başka kaynak var mı?
Hadislerin durumu?
Kuran tercüme edilebilir mi? Dualar Türkçe olabilir mi?
Namazda rekat sayısı...
Kadınların erkeklerle namaz kılıp kılamayacağı...
Bunlar uzun yıllar halka açık konular değilken bugün tartışılamaz olmaktan çıktılar...
"Konuşan Türkiye" yolundaki en önemli aşama bu; tölerans. Yasak sayılan konuları halkın tartışması, halkın önünde uzmanların tartışması...
İşte konuşan Türkiye için, bunun sirayetinde, her konuyu kapsamasında yarar var.
Yazara EmailD.Heper@milliyet.com.tr