Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

ABD'nin önde gelen bağımsız think - tank kuruluşlarından RAND'ın uzmanı Ian Lesser Türkiye'nin en can alıcı noktasına, en zayıf noktasına temas etmiş.
Adam Amerikalı, o görüyor da birçoğumuz, özellikle de siyasi kadrolarımız göremiyoruz.
Ian Lesser şöyle diyor:
"Türkiye'nin kriz dönemlerinden çıkmasının yolu siyasi yelpazenin merkezinde yeni ve güvenilir bir siyasetçi sınıfının yaratılmasından geçiyor."
* * *
HER toplum için bir yönetici seçkin sınıf kaçınılmaz.
Zaten en ilkelden en gelişmişe kadar her toplumda yöneten bir kesimle yönetilen bir kesim var.
Demokrasinin bir hükümet biçimi olarak ayırdedici özelliğinin yönetici kesimin özgürce oluşmasına izin vermesi ve seçkinler arasında iktidar konumları için kurallara bağlanmış bir rekabeti sağlamasının olduğu da biliniyor.
Ama bu demokrasi için yeterli mi? Değil. Ama gerekli.
Her şeyden önce işte bizim bu yönetici takımımız, yönetici sınıfımız güven vermiyor.
8 ay önce Çiller, Erbakan ve RP için neler söylüyordu.
Ne eroin ticareti iddiası kalmıştı, ne Türkiye'yi bin yıl geriye götürme...
O gün Çiller "RP tehlikesi"ne karşı kendisinin teminat olduğunu söylüyordu. Onlarla ortaklık kurmayarak, Erbakan'ın iktidarını önleyerek Türkiye'nin teminatı olacağını vurgulayıp duruyordu.
"Teminat benim" sözünü sloganlaştırmıştı.
Bugüne bakıyoruz.
Aradan 8 ay geçmiş. RP ve Erbakan'ın yanlış tutumları nedeniyle hükümet muhtıra yemiş. Türkiye badirenin eşiğine gelmiş.
Çiller hala "teminat benim" diyor.
Bu ne biçim teminat ki tehlikeden önceye de, tehlikeye de, tehlikeden sonraya da hakim değil. Ama hep teminat!..
Bırakın diğerlerini, yalnız bu örnek bile Ian Lesser'i haklı göstermeye yetmez mi?
"Türkiye'nin kriz dönemlerinden çıkmasının yolu siyasi yelpazenin merkezinde yeni ve güvenilir bir siyasetçi sınıfının yaratılmasından geçiyor."
Evet; "güvenilir siyasetçi sınıf..."
* * *
KİM ne derse desin, Türkiye'de 70 yıllık bir Cumhuriyet var. 50 yıllık bir demokrasi deneyimi var.
Anayasa'da rejimin alfabesi, anahtarı sayılacak 2. madde var.
"Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru; milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir."
Bu anahtara uygun kurum ve kuruluşlar var. Teessüs etmiş siyasi gelenekler var.
Yani, Türkiye ne bir Ortadoğu, ne bir Uzakdoğu ne de bir Afrika ülkesi. Ne İran, ne Cezayir, ne Afganistan, ne Suudi Arabistan...
Türkiye ne sömürge olmuş, ne kilise gibi bir müessesenin, ruhban sınıfının tahakkümü altında ezilmiş...
Bu nedenledir ki Türkiye'nin kendine özgü, Atatürk devrimleri ışığında; demokratik, laik, siyasi gelenekleri teessüs etmiş. 70 yılda yerleşmiş.
Şimdi buna ters düşebilecek istek ve özlemlerin hissedilmesi bile toplumda patlamalara neden olabiliyor.
Sivil toplum örgütleri, sendikalar, dernekler ayaklanabiliyor.
Yani laik, demokratik Cumhuriyet'e sahip çıkılıyor.
Bu gelişme, az buz bir gelişme mi?
Halkın bu gelişmiş siyasi bilincine paralel bilinçte bir siyasetçi sınıfı da oluşabilseydi, Türkiye herhalde bugünkü durumlara düşmezdi.
Teşhis Amerikalı bir uzmandan, üzerinde düşünmek bizlerden...