'MAHKEME kadıya mülk değildir.' İktidar partilere, Başbakanlık da liderlere...
Değişim tabii bir yolla olursa diyecek bir şey yok. Demokratik sürecin gereği, iktidarın ve iktidar sahiplerinin günü gelince değişmesidir.
Ama bizde genellikle bu "eceli kaza" şeklinde gerçekleşiyor. Daha doğrusu "ihanet" sonucu.
Siz buna "ihanet" değil "siyaset" de diyebilirsiniz.
O nedenle, bugün başbakan olan Tayyip Erdoğan'ın da, partisi AKP'nin de bu ihanet çemberini göz ardı etmemeleri gerekiyor.
***
YILLARIN tek parti lideri, gücünü tarihten alan İsmet Paşa, yani İnönü, Ecevit'in ihanetine uğramasıydı CHP'nin başında belki daha uzun süre kalabilirdi.
Demokrasinin doğumuna muhalefet olarak imza atan üç politikacıdan biri olan Başbakan Adnan Menderes ihanete uğramasaydı, belki Türkiye'nin de, DP'nin de, kedisinin de kaderi başka olurdu.
Onu demokratik yoldan düşürmeyi belki de zahmetli bulanlar kısa yolu deneyip astılar.
6 kere gidip, 7 kere gelen deneyimli politikacı Demirel şapkasını alıp, Zincirbozan'da ikamet zorunda bırakılmadı mı?
Gelin Özal'a; Başbakan ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal da ihanetin tadını tadanlardan oldu.
Arkasında kimlerin olduğu hala tartışılan suikast girişimini Özal şans eseri ufak bir sıyrıkla atlattı.
Ama ailesi ölümünde kader mi, kasıt mı olduğunu hala tartışıyor.
Erbakan, Tayyip Erdoğan'ın ihanetine uğramasaydı, iyimser bir yorumla bugün 363 milletvekilli bir iktidarın belki de lideri sıfatıyla Türkiye'nin kaderinde söz sahibi olabilecekti.
***
EN dramatik ihanet günümüzde Ecevit'in uğradığı ihanet oldu.
Ecevit'in gölgesi Hüsamettin Özkan ve Ecevit'in halefi gözüyle bakılan İsmail Cem hem liderlerinin, hem de partileri DSP'nin sonunu hazırladılar.
Planladıkları darbe belki başarıya ulaşabilirdi, ama onlar da "triumvira"nın üçüncü ayağı Kemal Derviş'in ihanetine uğramasalardı.
"Tarih tekerrürden ibarettir." Adına ister ihanet deyin ister başka bir şey, dün olan bugün neden olmasın.
Bu açıdan bakınca AKP ve Tayyip Erdoğan'ı bekleyen sürprizler de olabilir ve bunlar hiç umulmadık bir zamanda su yüzüne çıkabilir. Bunu göz ardı, etmek Ankara'nın tarihsel yol haritasını hatırlamamak demektir.
Ankara böyle.
AB ve AB'ye uyum paketi hakkında askeri yetkililer görüş bildiriyor, eleştirilerde bulunuyor. Bu, hiç de "ordunun siyasete müdahalesi" olarak algılanmıyor. Oysa, savaş ve sonuçları hiç tartışmasız TSK'nın konusu.
Öyleyse, tezkere tartışmaları sırasında TSK en azından AB konusunda olduğu gibi açık seçik görüş bildirseydi de, ABD ile bugün düştüğümüz duruma düşmeseydik olmaz mıydı?
Ülkedeki olumlu ve olumsuz gidişten sorumlu olan hükümet önemli bir konuda çaresizlik içinde idi.
Merkez Bankası onun elini kolunu bağlıyordu.
Piyasa, tüm iş dünyası; "faiz - döviz dengesi sağlansın" diye, hep bir ağızdan bağırıyor.
Ama Merkez Bankası direniyordu.
Sanki, herkes yanlış düşünüyor, yalnız Merkez Bankası doğruyu görüyormuş gibi davranıyordu.
"Bu gidişin sonu kriz olursa, davulu boynuna asan hükümet mi, tokmağı ele geçiren Merkez Bankası mı sorumlu olacak" sorusu gündeme geliyordu.
Dün bu tartışmalara nokta konuldu. Merkez Bankası faizleri 3 puan düşürdü. Bazı çevrelerce düşüş yeterli bulunmasa da genelde iş dünyası memnun, hükümet memnun.
Bakalım bu karar döviz bozdurmayı yavaşlatabilecek mi?
Enflasyon düştü diye seviniliyor. Oysa bu, dargelirli vatandaşın yaşamını etkilemiyor.
Yoksulluk, işsizlik devam ediyor.
Üstelik deflasyon da, enflasyon kadar korkulacak bir durum değil mi?
Geniş kitlelerin nefesi kesilmiş. Alım gücü adeta yok olmuş. Enflasyon böylece iner ama bu durum tek başına sade vatandaşı mutlu etmez.
'Türban Hollanda'da sorun değil'miş...
Demek ki; şeriat düzeni özlemlerinden, İslamın siyasallaştırılmasından, köktendincilikten, irticadan, hafta tatilinin cumaya alınmasından, İslami kadrolaşmadan, İran'ın devrim ihracından Hollandalılar korkmuyorlar!
Aferin Hollandalılara!..