Türkiye’de iç tehdit var mı? Var. Kim ne derse desin var. İstikamet onu gösteriyor...
Ekonomik, sosyal her türlü sorunlarımız unutuldu, iktidar da muhalefet de unuttu. Adeta her sabah başka bir Türkiye ile uyanıyoruz. Ve bu Türkiye çatışmalar içindeki bir Türkiye oluyor. Başbakan her gün mikrofon başında kavga ediyor. Son kavgası da Danıştay’la. Danıştay, meslek lisesi mezunları için Tayyip Erdoğan’ın beğenmediği bir karar aldı ya...
Sonra gruplardaki sert havaya Başbakan da kapıldı ve esip gürledi, eş kavgası yaptı.
Yakışıyor mu?
Hayır.
Ama bu gürültü arasında Türkiye yönünü, istikametini değiştiriyor.
* * *
Hiçbir devlet yargısını bugünkü Türkiye gibi köşeye sıkıştırmıyor.
Hatta “Anayasa Mahkemesi’ni kaldıralım gitsin” diyenler bile var.
Seçim kanununu değiştirmek istemeyen bir meclis ekseriyeti mevcut.
Partiler kanunu ne zamandır değişsin isteniyor. Tabii değiştirmenin yolu Meclis’teki AKP çoğunluğuna bağlı. Ama onların kılı bile kıpırdamıyor.
Seçimlerde “yüzde 10’luk baraj yüksek.” Herkes bunu söylüyor. Hem de uzun süredir. Ama AKP duymuyor bile, çünkü işine gelmiyor.
Milletvekili dokunulmazlığı “kürsü” ile sınırlanmalı.
Bu doğru değil mi?
Doğru.
Ama olmuyor.
Neden?
Çünkü dokunulmazlık kalkarsa Meclis’teki 500 küsur milletvekili hâkim önüne çıkacak. Oysa bunlar yargılanmak istemiyor.
En önemlisi, liderler sultasına son vermek lazım. Bunun için de her şeyden önce ön seçimin kabulü gerek. Bu da teğet geçiliyor!..
Peki bunlar gerçek bir demokrasi için şart değil mi?
Şart ama, tek başına 8 yıldır iktidarda olan AKP bunlardan bazılarını bile gerçekleştirmeyi düşünmüyor. Düşünse şimdiye kadar gerçekleştirirdi.
Böylece demokrasi lafta kalıyor, kavga münakaşa ve bayağılıklarla Türkiye’nin kıymetli günleri heba ediliyor.
* * *
Başbakan mağdura oynamayı âdet haline getirdi. Hep şikâyetçi.
Oysa 8 senedir tek yetkili. Şikâyetçi olacağına, o şikâyetçi olduğu kişileri ve müesseseleri kulaklarından tutup yargıya verse ya...
Her an iç tehdidin başka başka izlerine de rastlıyoruz.
Kadrolaşma gizli ama olanca hızıyla mesafe alıyor.
Ordu, yargı ve medyayı ele geçirmek için var gücüyle savaşan iktidar üniversiteleri de unutmuş değil.
Cumhurbaşkanı Gül seçimde kazananları değil, YÖK’ün istediği profesörleri rektörlüğe atamaya devam ediyor.
Hele bunlardan Abant İzzet Baysal Üniversitesi rektörlük atamasında skandal bile yaşandı. Gül 2.’yi atamakla kalmadı, hakkında soruşturma açılmış olan profesörü rektör yapmış oldu.
GÜL’ÜN ÇAĞRISI
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül çağrı yaptı.
“Gazeteciler parti liderlerinin siyasi kavgalarını vermeseler olmaz mı?” gibi...
Sayın Gül’ün bu çağrısı gerçekçi sayılamaz.
Gazetecinin görevi adeta fotoğraf çekmektir. Yani olayları olduğu gibi aktarmaktır.
Gazeteci işte bunu yapıyor.
Gül’ün bu konuda isteği varsa, bunu liderlere iletmelidir.
Mesela gerginlik yaratan salı toplantıları kaldırılsın.
Demokrasinin de gereği basın özgürlüğü değil mi?
Aslanlara atılan canlı
Aslanlar aç. Onların önüne canlı bir inek atılıveriyor.
Sonucu siz düşünün.
Canlı bedenden parçalar dişlenip, kopartılıyor.
Zavallı hayvanın o yalvarır gibi sesi hâlâ kulaklarımda.
Önce gazetede bu sahnenin fotoğrafını, sonra TV’de hareketlisini gördüm, görmez olaydım.
Oysa, bu dünyada Nurettin İğci gibi hayvan severler de var. İğci son kitabını bir hayvan için yazmış. “Sindi” adlı bir köpek. Nurettin ona “Müzedeki hanımefendi” diyor. Okuyun, hayvan sevgisini, görün. Ve böyleleri de varmış deyin.
ARINÇ
Sempatik olmalı
Açık konuşalım, benim ısınamadığım iki kişi var.
Biri siyasette, öbürü TV’de...
Siyasetteki Bülent Arınç.
Çünkü onu gayri samimi bulurum.
Böyle bulduğum için de, vatandaş olarak, hoşlanamam.
Mesela, “Bana suikast düzenlediler” dedi.
Türkiye’nin gündemini günlerce bu suikast planlaması işgal etti.
Bunu söyleyen Başbakan Yardımcısı’ydı. Boşuna söyler mi?
Ama günler geçti, suikast teşebbüsünden haber yok. Acaba Bülent Arınç da unuttu mu?
Unutması normal çünkü bugünlerde başka bir konu onu gündemde tutuyor.
Meclis’te meydana getirdiği olay. Meclis Başkan Yardımcısı’nın odasını basışı.
Bir süre sonra o da unutulacak, bakalım gündeme gelmek için Arınç ne olaylar yaratacak?
Oysa, ben ondan kıdemli bir politikacı ve Başbakan Yardımcısı olarak memleket için hayırlı faaliyetler bekliyorum. Hem de çok önemli, 72 milyonun hayatıyla ilgili ekonomik ve sosyal öneriler, çabalar.
Ama nerde?
ÇUVALCI
Kim yurda soktu?
Duyduğumuz zaman kahrolmuştuk. Ölmüştük...
Olay Türk tarihinde bir dönüm noktası gibiydi.
Ve birçoğu, “Bunun intikamını nasıl alırız” hesabını yapmaya başlamıştı. Halkımızda öfke sonsuzdu.
Haber şuydu:
“Türk askerinin başına çuval geçirildi”
Ve askerlerimizin başına çuval geçiren adam Türkiye’ye, Ankara’ya geldi ve onu misafir olarak karşıladık, ağırladık.
Sanki her an intikam duygusuyla andığımız adam o değildi.
ABD Savunma Bakanı Robert Gates Ankara’ya indiğinde onun yanında, işte 2003’te Süleymaniye’de Türk askerlerini tutuklayıp, başlarına çuval geçirten, Irakta’ki ABD kuvvetlerinin komutanı Ray Odierna da vardı.
Ve Savunma Bakanı Gates, çuvalcı general için, “O benim ve Amerikan Başkanı Obama’nın en güvendiği kişilerden biridir” diyerek çuvalcıyı adeta Türk milletine karşı savundu.
Onu ağırlayanların başında ise bizim Savunma Bakanımız Vecdi Gönül geliyordu.
Oysa onu “istenmeyen adam” ilan edip Türkiye’ye sokmamalıydık.
Bu olay bizim çok unutkan olduğumuzu mu, gösteriyor, başka vasfımızı mı, bilemiyorum...