Yurttaş kendi başına kaldı. Hükümet yeni anayasa peşinde. Hükümet dediğimiz de Tayyip Erdoğan.
Konuşan, iş kovalayan hiç bakan var mı? Yok. Deprem olmasa meydana çıkmayacaklar.
Bakanların çoğunun ismi bile bilinmiyor. Varsa yoksa Erdoğan.
O da kendi savaşını yapıyor. Nedir kendi savaşı?
Yargıyı da emrine almak.
Çünkü Meclis çoğunluğu, yani yasama zaten Erdoğan’ın emrinde.
Kuvvetler ayrılığında ne kaldı?
Yargı.
Onun da, yani yürütmenin de Erdoğan’ın hâkimiyeti alanına alınması lazım! Bunun için de anayasa acele değişmeli.
İşte şimdi Erdoğan’ın yapmak istediği bu.
Başarılı olur mu?
Bana göre başarılı olamaz, olmamalı...
* * *
Gelelim başa.
Yurttaş kendi başına kaldı dedik.
Yani vatandaş kendi yağıyla kavrulur halde bırakıldı.
Olan bazı gelişmeleri de bu hükümete bağlamak doğru olmasa gerektir.
Çünkü dünya gelişiyor, biz de ne yaparsak yapalım, daha doğrusu ne yapmasak yapmayalım, gelişen bir dünyadayız.
Ve bu dünya artık eski dünya değil.
Mesela geçen gün Beşiktaş’ta bakıyorum, manav kocaman bir paketi açıyor ve naylon poşetleri çıkartıyor, oysa daha 10 yıl önce gazete kâğıdından yapılan kese kâğıtları kullanılırdı. Bu bir gelişme ise hükümetlerin marifeti mi?
* * *
Ben İstanbul’un Aksaray semtinde doğdum büyüdüm.
Pertevniyal ortaokulu ve lisesinde okudum. Beyazıt’taki üniversitenin hukuk fakültesine buradan gittim geldim.
O sıralar Aksaray, orta sınıfın mesken edindiği bir semtti.
Bizim komşularımız arasında mesela kitapları da olan edebiyat öğretmeni Baha Dürder ve Milli Birlik Komitesi’nden Binbaşı Mustafa Kaplan ve ailesi de vardı.
Ben küçükken hiç unutmam, bizim mahallenin hâkimi Kambur Cevat’tı.
Kambur Cevat, hem CHP ocak başkanı, hem de muhtardı.
Ocaktan evine, etrafında ve arkasında ocak erkânıyla, yani parti yöneticileri öyle bir geçerdi ki, korkardınız. Bu resmigeçit gibi, küçük dağları biz yarattık dercesine geçiş aşağı yukarı her gün olurdu.
Özetle, Kambur Cevat, halkın yarısı “bizdendir”, diğer yarısı “bizden değildir”, politikası güder gibiydi. Belki de o gün için bu partisinin de politikasıydı.
Yine bizim mahallede o gün, fakir, yarım akıllı sayılan bir genç vardı. Onun bunun ufak tefek işlerini yapar ve aldığı bahşişle geçinirdi.
Horhor caddesinde, yanlış hatırlamıyorsam CKMP veya başka bir partinin “ocak” teşkilatının açıldığı gün o fakir genç sanki patlamıştı.
Bu, Kambur Cevat’a, yani o zamanki seçkinci CHP’ye, halkı “bizden olanlar” ve “olmayanlar” diye ayırmaya, sıradan vatandaşın tepkisiydi. O fakir genç “Artık biz, yani hor görülenler iktidara geliyoruz” diye bağırıyor, oynuyordu.
* * *
Onun temennisi tam anlamıyla 60-65 yıl sonra yerine geldi.
Onun gibi düşünenler tek başına iktidar oldu.
Ama 60-65 yılda ne Aksaray’daki bizim sokak kaldı, ne de o günkü dünya, yani dünya ve Türkiye değişti.
AKP artık Kambur Cevat gibi “bizden olanla, olmayan” ayrımı yapamaz. Erdoğan başbakansa bugün artık Türkiye’nin tümünü kucaklamak ve ona göre konuşmak zorunda. Bunu bir an önce pratiğe geçirmezse o da yakında gider. Yani, tarih tekerrür eder. Oysa tarih tekerrür etmemeli.
GİZLİ TANIKLAR
İddianamelerden bazısının gizli tanık ifadelerine dayandığı biliniyor.
Bana göre bu haksızlıktır.
Gizli tanıkların sözüyle bazı kişiler tutuklanıyorsa bu işkencedir.
Adamı, sözlerini aleni söylemeye korkan bir “kişinin uydurma olduğu pekâlâ söylenebilecek sözleriyle hapse atamayız.
Bir adamın aleyhine ifade veren gizli tanık kadar, gizli olmayan tanık da aranmalı ve iddianame bundan sonra hazırlanmalı.
Yargıda reform yapılacaksa işte bu konular da yapılmalı.
Uzun lafın kısası; yalnız gizli tanıkla adam sanık yapılamaz, mahkûm edilemez, edilmemeli...
ARINÇ GALİBA UNUTTU
Hani, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast yapılacaktı? Arınç o günlerde çok acıklı(!) konuştu.
Sonra suikastçılar(!) çok başarılı bir operasyonla pırasa ve ıspanakla yakalandı. Yani bunların suikastçı değil aşçı olduğu anlaşıldı. Günler geçti ve o etkili(!) konuşmayı çok seven Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın bu konuyu ağzına bile almadığı görüldü. Unuttu mu?
Hatırlatayım dedim. O unuttuysa biz unutmadık. Açıklamalarını bekliyoruz.
ARAMIZDA
Bölücüler var
TRT 1’de “politik açılım” vardı.
Ve Mustafa Erdoğan, Fehmi Koru’yu çok iyimser buldu.
Konu Kürtler ve Kürtçe’ydi.
Doğru.
Bu münakaşayı bir yana bırakıp, son birkaç olaya göz atalım.
Diyarbakır-Bursa maçı sırasında ve sonrasındaki olaylar hiç de hoş sayılmaz. Bu, “hoş sayılmaz” lafı her kavga çıkan maçta söylenen “hoş sayılmaz” gibi değil.
Çünkü burada etnik ayrımcılık başrolü oynuyor.
Sonra Avrupa’da PKK ve Roj TV için tedbirler alındı ama buna karşı Şanlıurfa ve Hakkâri de gösteriler yapıldı.
Emine Ayna, PKK ve Roj TV için Avrupa’yı tehdit etti. Ayna, Türkiye’nin politikacısı ve milletvekili değil mi?
Hele hele Hasip Kaplan’ın tehdidi var ki buna ne demeli? Sözleri, “Gaz boruları Kürt Bölgesinden geçiyor, keseriz ha!” anlamı taşıyor.
Oysa o seçildiği bölgenin değil, bütün Türkiye’nin milletvekili değil mi? Üstelik o yazlarını batıda geçiriyor. Ama kimse ona ayrı gayrı bakmıyor.
Yapılanlar ve konuşulanlar tahrik sayılabilir. İnşallah bu tahrikler bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da boşa gider.
İŞ YOK
İşsiz adam çok
İşsizlik artıyor.
Buna kim çare bulacak?
Öbür sorunlar gibi buna da hükümet çare bulacak değil mi? İşsizliğin artması değil azalması gerek.
Üstelik bu hükümet 8 yıldır iktidarda.
Ve üstelik bu hükümet başkanı “Kriz bizi teğet geçti” dedi.
Nerde, nasıl teğet geçti? Bunu söyleyen, işsizlikteki artışı görmüyor mu?
Üstelik Başbakan açtığı üniversitelerle iftihar ediyor. Mezunlar işsiz gezdikten sonra üniversite açmışsın neye yarar?
İstatistikliklere göre okumuş gençlerimizin dörtte biri işsiz.
Bu, hükümetin başarısı mı?
Hayır.
Başarısızlığı.
Başka şeyleri saymayın, işsizliğe AKP iktidarı olarak çözüm bulun.
Yoksa siz işsizin, açın halinden anlamıyor musunuz?