Türkiye’de “Lider Sultası”nda, parti içi demokrasi yokluğundan şikâyet etmeyen yok.
Peki nedir, nereden çıkmıştır bu “lider sultası” ve ondan kurtulmak nasıl mümkün olabilir?
Türkiye Cumhuriyeti; merkeziyetçi bir gelneğe sahip, bireyselliği reddeden Osmanlı Devlet yapısının varisi oldu.
Tek parti döneminde lider egemenliği, liderin değişmezliği anlayışı siyasi çevrelerde yerleşti.
* * *
Türkiye’de çok partili hayata geçtiğinden beri demokratlık, milli iradenin gereğini yapmak olarak algılandı. Milli irade ise parlamento çoğunluğu demekti. Ama bugün parlamento çoğunluğu parti liderlerinin istekleri haline geldi.
Gelinen noktada liderin fikri partinin fikri ile eşit anlam kazandı. “Her şeyi ben bilirim” fikrinden hareketle liderler tek adam oldu. Parti içi rekabet ve demokrasi kayboldu.
* * *
Tekrar aday gösterilememe ve seçilememe korkusuyla hareket eden milletvekilleri lidere teslim odu ve böyle “lider sultası” yıkılamaz hale geldi.
Kendi içlerinde demokratik olmayan partilerin ülke adına demokratik mücadele vermeleri olanaklı değildir.
Öyleyse öncelikle siyasi partilerin yapılarının değiştirilmesi gerekiyor.
* * *
Günümüzde anayasasına göre iki dönemden fazla başkanlık yapılamayan ABD, seçim kaybeden liderin değiştirilmesi anlayışının egemen olduğu İngiltere ve kara Avrupası örnekleri varken, Türkiye’de 6 kez gidilip 7 kez gelinebilmekte, düşük performans sürekli seçim kaybına rağmen liderlik tarihimizde bazı zaman neredeyse ömür boyu sürdürülebilmektedir.
SİYASİ
Farkı görelim
Prefabrik inşaat dönemi, montaj otomobil dönemi, alamünit yemek, sandviç dönemi, fast food dönemi, açık öğretim dönemi, arabesk ve pop kültür dönemi.
Bu dönemler her alandaki kolaycılığı ifade ediyor.
Günümüzde bunları yaşadık ve yaşıyoruz.
Siyasette de böyle kolaycı bir dönemdeyiz.
Kulakları çınlasın Milliyet’in eski yazıişleri müdürlerinden İlhan Banguoğlu’nun kızdığı zaman “yerde kalem bulanın gazeteci olduğu dönem” dediği gibi siyasette de bugün her partiye girenin bakan olduğu bir dönemden geçiyoruz.
O alanda da kolaycılık var...
Siz bir Menderes’i, bir Fatin Rüştü Zorlu’yu, bir Nihat Erim’i, Bir Ethem Menderes’i, bir Samet Ağaoğlu’nu bir Şemsettin Günaltay’ı, bir Kemal Satır’ı, bir Turhan Feyzioğlu’nu, bir Fethi Çelikbaş’ı, bir İlhami Sancar’ı, bir Hıfzı Oğuz Bekata’yı, bir Ferit Melen’i, bir Turan Güneş’i, bir Mustafa Üstündağ’ı, bir Tevfik İleri’yi, Bir Sıtkı Yırcalı’yı hatırlıyor musunuz?
Hatırlayın ve farkı görün...
NE ÇOK
İşte yalanlar
Ramazan’da Milliyet “Ramazan Sayfası”nda “Doğru bildiğimiz yanlışlar” köşesi vardı. O da bana aşağıda satırları hatırlattı.
* * *
“Ispanakta demir var.
Ye çocuğum ye...”
Oysa ıspanakta demir yoktur.
Mesela sezeryan ameliyatıının adını Sezar’dan aldığı doğru değil.
Sezar’ın Roma İmparatoru olduğu da yanlış çünkü Romalı liderlere Sezar’dan bir kuşak sonra imparator unvanı verildi. Sezar’ın döneminde Roma cumhuriyetti.
Kleopatra Mısırlı değil, Yunanlıydı.
Yılan sokmasıyla öldüğü de doğru değildi.
Roma’yı yakan Neron değildi. O sırada Neron Roma’dan elli mil uzaktaydı. Roma yanarken keman çaldığı da doğru değildi. Çünkü kemanı yoktu.
Magna Karta’ya özgürlüğün kaynağı diyenler var, aksini söyleyenler de... Çünkü Magna Karta’ya göre işkence yasaldı.
* * *
Lawrence Arapların dostu değildi. Onları satmıştı. Lawrence eşcinsel miydi? Bu tecrübeyi bir kez yaşamıştı.
“Devlet benim”. Bu sözü Fransa Kralı XIV.Louis’nin söylediği bilinir. Ama yanlıştır. Bunu uyduran Voltaire olmuştur.
Yoksullar için; “Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler” sözü Maria Antoinette’e ait değildi. Çünkü bu söz o doğmadan önce biliniyordu.
Napolyon’un elini ceketinin içine sokmasının psikolojik bir nedene dayandığı doğru değildi. Bu, çektiği mide sancılarını bastırma ihtiyacının sonucuydu.
Büyük Katerina Rusya’nın en büyük hükümdarlarından biri olarak anılırsa da Rus değil, Alman’dı.
Gerçek adı Sophia idi.
* * *
Gandi’nin en hoşlandığı şey, yaşlılığında bile çıplak olarak genç kadınlarla beraber uyumaktı. Karısını bir “uysal inek” kadar çirkin bulduğu için onunla yatmazdı.
Gandi gösterildiği kadar barış yanlısı da değildi.
Hz. İsa’nın 25 Aralık’ta kutlanan doğum günü onun o gün doğduğu anlamına gelmez.
Bu tarih, Romalıların Pers Güneş Tanrısı Mitra’nın doğumunu kutladıkları gündü.
* * *
Bir duvar kâğıdı kaplayıcısı ve boyacı olan Adolf Hitler...
Hitler kâğıt kaplamacısı değildi. Boyacı da değildi; ressamdı.
“Gözyaşı, ter ve kan” deyişini ilk kullanan Churchill sanılır. Değildir. Churchill bunu Byron’dan, Byron da John Dunne’den çalmıştı.
“Demir Perde” deyiminin de Churchill’e ait bir buluş olduğu zannedilir. Oysa aynı deyimi Joseph Goebbels 1945’te, Lady Snowden 1920’de ve Belçika Kraliçesi Elizabeth 1914’te kullanmışlardı.
* * *
Kurcalandıkça tarihin foyası çıkıyor.
Ama tarihin yalanlarının peşine düşen “doğrucu Davut’lar” da var.
Richard Shenkman da bunlardan biri.
Milliyet Yayınları’nda bir süre önce çıkan “İnsanlık Tarihinde Büyük Yalanlar” kitabı tarihin foyasını uzun uzadıya ortaya dökmüş.
Ben de ondan özetledim.