Başbakan, Türkiye düşmanlarının ekmeğine yağ sürüyor. Halkın çoğu bunun farkında değil.
Nasrettin Hoca’nın hikâyesindeki gibi. Hoca eşine ”Sen içeriden, ben dışarıdan bu evi batıracağız” gibi bir laf ediyor ya, Erdoğan da işte öyle.
Yurtiçinde birliği beraberliği sağlamak için uğraşacağına, adeta ayrılıkları, kavgaları tahrik ediyor.
Sözleri ipe sapa gelir gibi değil, çoğu yerde argo kullanıyor. Seviyesi düşük bir seçim evresi geçirdik. Hep Baykal’a “avukat”lık suçlamasını yaptığı halde kendisini “savcı”ya benzettiğini ağzına bile almadı.
Neyse ki seçim geldi dayandı.
Bu pazar akşamı Başbakan’dan, genel seçim akşamında yaptığı konuşmayı duyarız, ve önümüzdeki günlerde o sözlerin tatbikatını görürüz diye temenni ediyorum...
* * *
Ben bir Türk vatandaşıyım. Benim gibi 72 milyon var.
Biz burnumuzun dibinde kuvvetli bir İran istemiyoruz.
Biz kuvvetli bir Suriye istemiyoruz.
Biz kuvvetli bir Yunanistan istemiyoruz.
Daha sayayım mı?
Bazı komşularımız ve bu bölgede söz sahibi olmak isteyen bazı devletler de kuvvetli bir Türkiye istemiyor.
Tarihte de bunu açıkça gördük, görüyoruz...
* * *
Bu tabii bir istek. Anormal tarafı yok.
Ama buna karşı biz tedbir almazsak işte o anormal sayılır.
Biz bugün, Erdoğan’ın başbakanlığında birbirimizi yer hale geldikse, bu, düşmanlarımıza yardım manasına gelmez mi?
Mesela İran nükleer tartışmada ABD’yi artık dize getirdi sayılır.
Peki, Türkiye bu komşusundan geri mi kalacak?
72 milyonun bu hayati sorununa Başbakan Tayyip Erdoğan cevap vermeli. Eylemleriyle, faaliyetleriyle cevap vermeli. Hem de çok acele...
Oysa biz nelerle günlerimizi harcadık, harcıyoruz.
Türkiye’de laftan öte, çok ve iyi işler yapan, Türkiye’yi güçlü kılan, birlik ve beraberliği sağlayan, 72 milyonun mutluluğu için çalışan bir hükümetin düşmesini kim ister ki?..
* * *
Partisinin ortanın sağında bir rakibinin olmaması Tayyip Erdoğan’ın bir şansıdır.
Bu şansı tepmemeli.
Seçimler gelir geçer ama iyilikler ve kötülükler unutulmaz...
Erdoğan pazar gecesi, o eski birleştirici konuşmaya hâlâ sadık olduğunu ve Anayasa’nın değişemez hükümlerini artık kimsenin tartışamayacağını açıklamalı.
Yani, Türkiye’de yeni bir sayfa açmalı, “Ben artık 72 milyonun başbakanıyım”, diyebilmeli...
Yoksa beni fazla saf mı buldunuz?.. Göreceğiz... Az kaldı...
KÜRDİSTAN, PKK VE AF
Gül, “Kürdistan”ı (sonra inkâr etse de) kabul etti. Bunu birçok yorumcumuz sevinçle karşıladı!..
Her şey karşılıklı değil mi?
Artık elbirliği ile PKK’nın da sonu getirilecekti. Ama Kuzey Irak’ın Başbakanı Neçirvan Barzani sürpriz yaptı.
Türkiye’nin PKK için “genel af” ilan etmesini istedi.
Yani biz “Kürdistan”ı kabul ettik, o ise PKK’yı teğet geçti, topu eskisi gibi Ankara’ya attı.
Bu adamlar bizimkilerden akıllı vallahi...
Doğruya doğru...
“Yandaş medya”ya göre varsa yoksa Tayyip Erdoğan. Onlar Baykal’a karşı Erdoğan diyor.
Oysa “hür medya” Erdoğan’a karşı Baykal demiyor, “Doğruya doğru, eğriye eğri”, diyor.
İşte iki medya grubu arasındaki fark bu...
Önce deneme, sonra sınav
Ortanın sağı bugün yok. Numan Kurtulmuş güç topluyor... Ama genel seçime kadar Türkiye’de, boş kalan orta sağ doldurulabilir. Saadet Partisi de rüşdünü ispat edecek hale gelebilir. İşte seçim asıl o gün çok ilginç olacak. Bekleyelim, görelim...
GAZETECİ
Tarafsız, bağımsız
Gazetecinin mutlaka tarafsız olması istenemez ama bağımsız olması şarttır.
Yani ben Atatürk devrimleri söz konusu oldu mu tarafsız olamam. Devrimlerden yanayım. Ama bağımsız gazeteciyim.
8 yıl Milliyet’te Genel Yayın Yönetmenliği ve bir o kadar da Yazı İşleri Müdürlüğü yaptım. Şu kadar yıl da her gün yazı yazdım. Ama bir gün bile Milliyet’te Aydın Doğan’ın, “Şunu manşet yapma, bunu yap, şunu yazma, yazdırma, bunu yaz”, dediğini duymadım.
Bakın bir başka örneği gazetecilik yaşantımdan vereceğim.
Milliyet’te bu kadar yıl Genel Yayın Yönetmenliği yaptığım halde, bir kez bir bakanla baş başa yemek yedim, başka yemedim.
Gazete dışından devamlı baskılar, ısrarlar gördüğüm halde, aracılara rağmen.
Niye yemedim?
Yemek bir defayla kalmaz, sonra samimi olunur, diye...
Oysa ben her gün manşet atmak zorundayım ve bu manşetler samimiyetin gölgesinde kalmamalı, objektif olmalı. Kıracaksa kırmalı, dökecekse dökmeli. Öyleyse, siyasetçilerden uzak durulmalı.
Oysa bu günlerde, özellikle uçaklarda, bazı medya yöneticilerinin fotoğraflardaki hallerini gördükçe çok üzülüyorum.
Hani diyorlar ya, “Medya siyasilerden en aşağı bir kol boyu mesafesi uzak olmalı”... Peki, biz bu mesafeyi koruyabildik mi?
Evet.
Peki, herkes, her medya grubu, böyle titiz mi?
Titiz olsa “yandaş medya” tabiri çıkar mıydı?
HAYVAN
Canı yok mu?..
Hayvanlar bu günlerde gündemde. Bana göre her gün gündemde olmaları lazım ya.
Geçen gün TV’de Siyaset Meydanı’nda “Darwin” konuydu, ama Darwin’le beraber her şey tartışıldı. Tartışmacıların ikisi din profesörü, biri dinsiz bir profesör, seyircilerin de çoğu ilahiyat fakülteleri öğrencileri olunca tartışma çok ilginç geçti ve hayvanların kesilip yenilmesi bile kısa da olsa gündeme geldi.
Bu bana Kurban Bayramı arifelerinde ileri sürdüğümüz bir öneriyi hatırlattı. Hayvanlar mezbahalarda kesimden önce uyuşturulmaz mı?
Sonra, bu pazar günü hanımla, her hafta olduğu gibi Bebek’te turumuzu atıyorduk. Parkta, Bebek’in sokak köpekleri yatıyordu. Onları, her hafta yaptığımız gibi, sevmeden geçemedik.
Pazartesi gazete haberlerine bakarken, “Sokak hayvanları için düet yapacaklar” başlığına rastlamayım mı? Haberi okudum, “Rap müzik sanatçısı Ceza, sahipsiz sokak hayvanları yararına sahneye çıkacağı konserde bir konuk ağırlayacak. Hayvan sevgisiyle tanınan Sezen Aksu konserde Ceza ile düet yapacak.” Var olasın Sezen Aksu!
Hayvan denilen canlılarla ilgili bir konu daha var.
Siz hiç “ev hayvanı” satan dükkânlara baktınız mı? Bunlara “pet shop” diyorlar ve genellikle büyük alışveriş merkezlerinde bu “pet shop”lar var.
Ben, bu güzel hayvanlara dükkânların dar ve sıcak vitrinlerinde eziyet edildiği kanaatindeyim. Hayvansever derneklerini ve belediye görevlilerini bu konu üzerinde durmaya davet ediyorum. Bu ev hayvanları çiftliklerde satılamaz mı?