Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Türkiye'nin iki gerçeği var.
Biri Yargıtay Başkanı Sami Selçuk'un konuşmasındaki gerçek.
Diğeri Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun konuşmasındaki gerçek.
Gerçekler kürsülerden ifade edildiği kadar kolay uygulanabilir olsaydı Türkiye bir "hukukun üstünlüğü", demokrasi, barış, eşitlik ve zenginlik cenneti olurdu.
Üstelik Yargıtay Başkanı'na göre Fransa ve Almanya da hukuk devleti ama hukukun üstünlüğünü kabul eden devlet değil.
Peki ne olacak, üçüncü binyılın eşiğinde Türkiye demokratik yaşamını özürlü mü sürdürecek?
Şartları, bir günde değiştirmek mümkün değil. Ama kürsülerden gerçekler ifade edilmezse toplumların gelişmesi, demokratikleşmesi de sağlanamaz.
Aslolan Türkiye'nin şartlarını, gerçeklerini ve çelişkilerini gözardı etmeden samimi niyet ve o niyet doğrultusunda icraatta bulunmak, mesafe almak. Ve Sami Selçuk'ların uyarılarına kulak vermek.
* * *
YARGITAY Başkanı, şimdiye kadar Yargıtay'da yapılan konuşmaların en ilgincini yaptı. Hukuku edebi bir kılıfla sundu. Mukayeseler yaptı, sözlerini dünyadan örneklerle güçlendirdi. Doğru bildiklerini acı da olsa dobra dobra ifade etti. Konuşması bir ders bünyesinde yer alsa adı "demokrasi dersi" olabilirdi.
Bu sözler genel hatlarıyla aslında yeni de değildi, aynı konulara çok değinildi, çok söylendi, çok yazıldı, ama sözler Yargıtay Başkanı imzalı ve tansiyonlu olunca etkisi de farklı oldu.
Sami Selçuk'un en son söyledikleri belki de en başa alınabilirdi.
"82 Anayasası ile Türkiye yeni yüzyıla giremez."
Başkan, Anayasa'nın önce biçimsel açıdan meşru olmadığını ileri sürüyor. Çünkü 82 Anayasası göstermelik bir oylama ile kabul edilmişti.
Yine 82 Anayasası içerik açısından da sakattı. Devletin gücünü sınırlama yerine, fert hak ve özgürlüklerini sınırlıyordu. Kutsal devleti getirmişti. Bu Anayasa'ya göre, birey devlet içindi, ama devlet halk için değildi.
Sami Selçuk'un şu cümlesi bu konuyu özetleme bakımından yeter de artar bile:
"Türkiye Cumhuriyeti Anayasalı devlettir. Ama anayasal devlet değildir."
* * *
YARGITAY Başkanı'nın, "günümüze uygun bir Atatürkçülük" önerisi de ilginçtir.
Laiklik konusundaki sözleri de:
"Türkiye egemenliğin kaynağı bakımından laiktir.
Devlet örgütlenmesi bakımından teokratiktir.
Dini yönlendirme, izleme açısından laikçidir.
Tartışma, laikliğin olmasından değil olmamasındandır."
* * *
YARGI bağımsızlığı konusundaki görüşler yeni değil ama Başkan'ın anlatımı yeni sayılabilir:
"Yargının, özellikle yürütmenin kuşatmasından kurtarılmasını istiyorum."
Yargının onurunun soldurulduğu, ifadesi de yargının bağımsız olmadığını belirtirken kullanılan ilginç bir cümleydi.
Sonuçta vurgulanmak istenen; yasama, yürütme ve yargı erkleri arasında dengenin yargı aleyhine çöktüğüydü.
* * *
BAŞKAN; düşük yoğunluklu demokrasiyi değil, en yüksek demokrasiyi istiyorum, derken de tabii ki haklıydı.
Haklıydı ama, daha birkaç yıl önce 28 Şubat süreci, toplumun neredeyse tüme yakınının; işçilerin, işverenlerin, üniversitelerin, medyanın, yargının, sivil toplum örgütlerinin, ordunun konsensusuyla başlatılmamış mıydı?
* * *
BU konuşmadan çıkan sonuç; Türkiye'de eski ne varsa yıkılmalı, yeni bir anayasa ve çağdaş bir anayasal düzen kurulmalı, mesajı oldu.
Bu noktada unutulmaması gerekense; özgürlüklerin, demokrasinin beşiği İngiltere'nin yazılı bir anayasası olmadığı, Türkiye'nin de en sık anayasa yapan ülkelerden biri olduğuydu.
En ideal yasaların bile kötü uygulamacıların elinde dejenere edilebileceğiydi...



Yazara E-Posta: dheper@milliyet.com.tr