Yılmaz Güney tartışılırken izlemekle yetindim.
Günlerce süren Yılmaz Güney tartışmasındaki
"lümpendir, değildir, filmleri iyidir, kötüdür, sanatsaldır, değildir" hükmünü
"film eleştirmenleri"ne,
"sanatçı"lara, Yılmaz Güney sineması uzmanlarına bırakmak daha doğru olurdu.
Peki öyleyse şimdi neden Yılmaz Güney'e döndük.
Birkaç gün önce Fatoş Güney'in Yener Süsoy'a yaptığı ilginç açıklamalar yankı uyandırdı.
Bir de Yılmaz Güney'in senaryosunu yazdığı Sürü filminin salı gecesi galası yapıldı. Bu gala da Yılmaz Güney adı etrafında yeniden bir ilgi odağı yaratmış oldu.
Anlamlı anlamsız tartışmalar hızını ve hararetini kaybettiğine göre kavgaya katılmadan Güney'in karakterini, ruhsal yapısını ortaya koyan bir anımızı da biz anlatabiliriz.
Sözü uzatmayalım, gelelim Yılmaz Güney'le yolumuzun kesiştiği o ana...
* * *
UZUN uzun yıllar önce bir gece saat 24 suları.
Bir arkadaşımızın nikahından önceki son gecesi.
Bekarlığa veda partisini birkaç yerde taksit taksit gerçekleştiriyoruz.
Şimdi durağımız Boğaz'da o zaman ismi meşhur olan bir mekan olacak.
Birkaç araba yola çıkıyoruz. Osmanbey'deyiz, Şişli'ye doğru yol alıyoruz.
Nişantaşı kavşağı anababa günü. O zamanlar o saatte sinemalar boşalıyor, hava güzel, yürüyenler, vitrinlere bakarak gezenler var.
Araçlarla insanlar adeta kucak kucağa, birinci viteste ilerleniyor. Ve kavşak o yıllarda dört yöne yol verdiği için kesişmeler oluyor.
Gruptaki ilk aracı ben kullanıyorum.
* * *
BİR duruş anında birden arabanın kapısı ters dönüp menteşelerden fırlayacakmış gibi hışımla dışarıdan açıldı, bir yumruk aşağıdan yukarı doğru suratıma savruldu. Başımı gayri ihtiyari sağa eğdim, yumruktan kurtuldum.
Saldırgan bangır bangır bağırıyor:
"Ulan, sen benim yolumu nasıl kesersin?"Ve bir yandan da beni arabadan dışarı çıkartmak için küfürlü hamleler yapıyor.
Adam, Yılmaz Güney.
Kavşakta onun arabasının önünde durmuşum.
Farkında değilim, herkes konvoy oluşturmuş, dura kalka kalabalıktan çıkmaya çalışıyor. Ben de...
Arka arabalardaki arkadaşlarım benim gibi minyon değil. İçlerinde çok iri yapılılar var.
Onlar bu tecavüzü görünce, saldırıyı defetmeyi tabii bir görev saydılar.
Yılmaz Güney'i biraz(!) hırpaladılar.
O, o sırada sesiyle kendi arabasındaki bir kişiye ulaşmaya çalışıyor:
"Çabuk arabadan tabancamı getirin" diye bağırıp duruyor...
O bağırdıkça kavşaktaki mahşeri kalabalıktan ayrılıp arabanın etrafını saran halktan da
"vurun, vurun şımarık adama" diye teşvik edenler oluyor.
Araya girdiler, aldılar, arabasına götürdüler.
Sinirimiz bozuk...
Saldırının nedenini; yalnız zannettiği bir genci o kalabalık kavşakta döverek, gösteri yapma isteğine bağladık.
Bir sanatçının kendisini hırpalanır duruma düşürmesine o gün de üzüldüm, bugün de üzülürüm...
* * *
ERTESİ gün Yılmaz Güney yanılmıyorsam Kilyos taraflarında film setindeymiş. Bir arkadaş telefonla buldu.
"Geçmiş olsun", dedi ve Güney'e geceki saldırganlığının nedenini sordu.
Yılmaz Güney anlamsız sözlerle kabadayılığa telefonda da devam etti.
* * *
UZUN yıllar önceki bu olayı, Yılmaz Güney'in ruh halini anlatır diye sizlerle paylaştım.
Yorumu siz yapın.
Yazara E-Posta: dheper@milliyet.com.tr