Dost başa, düşman ayağa bakarmış. Türkiye'nin dostu da düşmanı da ayağına Türk çorabı giyiyor. Bu alanda yaptığı yatırımlara son yıllarda hız veren Türkiye, Avrupalı rakiplerini teker teker saf dışı bıraktı ve dünya çorap üretiminde 3. büyük üretici ünvanını yakaladı. Üstelik bırakmaya da hiç niyeti yok.
Sessiz ve derinden giden çorap üreticileri geçtiğimiz yıl 300 milyon
dolar dolayındaki ihracatla bu alanda iki dünya devinin, İtalya ve ABD'nin hemen arkasından geliyor. Avrupa'da yıllık üretimi 1.2 milyar çift olan İtalya'nın ardından yılda 800 milyon çift çorapla 2'inci olan Türkiye, Avrupa Birliği ülkelerinin hem naylon kadın çorabı hem de soket çorap ihtiyacının
yüzde 40'ını tek başına karşılıyor. Türkiye'nin yoğun ihracat yaptığı diğer ülkeler ise Rusya ve Amerika.
Son 7 yılda yüzde 150 büyüme kaydeden çorap sektörü, yakın zamana kadar bu alanda söz sahibi olan Almanya, Fransa ve İngiltere'yi geride bıraktı. Penti markasıyla tanınan Öğretmen Çorapları'nın Yönetim Kurulu Başkanı Sami Kariyo, bu ülkelerin konumunu değerlendirirken, "yüksek işçi ücretlerinin yanı sıra İtalya'dan teknoloji satın almak zorunda olan Avrupa ülkeleri Türkiye'yle rekabet edemeyince yarıştan çekilmek zorunda kaldı. Kuzey Avrupa'da üretim çöktü. İtalya'nın ise teknolojisi çok yüksek olduğu için ücretleri karşılayabiliyor," diyor.
Çorap, Türkiye'deki pek çok sektörle karşılaştırıldığında farklı ve istikrarlı bir yapı sergiliyor. Özellikle kadın çorabında son 50 yılda aile işletmelerinin hakim olduğu ve şirket sayısının pek değişmediği görülüyor. Kariyo, bu durumu kadın çorabının yüksek teknoloji ve entegre tesis gerektiren bir alan olmasına bağlıyor:
"Yıllardır 4 fabrika var. Bu beşe çıkmaz. Zaman zaman 3'e düşer. Çünkü sermaye yoğun işletmelerdir. İstikrar ve ciddi yatırım ister. O yüzden gelip geçici heveslere uygun bir alan değildir," diyor.
İnce kadın çorabındaki -üreticilerin deyimiyle- meşakkate karşın erkek çorabında 1 - 2 örgü makinesiyle bile üretime geçmek mümkün. O yüzden bu alanda küçük işletmelerin şansı daha fazla. Dünyanın bu alanda bir numaralı makine tasarımcısı ve üreticisi konumunda olan İtalyan Loneti'nin 1997 yılı satışlarına baktığımızda Türkiye'nin erkek çorabında hayli iddialı olduğu görülüyor. Geçtiğimiz yıl ABD'den sonra en çok makineyi Türkiye satın almış. Zonguldan'tan Kayseri'ye, Urfa'dan Antep'e kadar pek çok yörede 5 - 6 makineyle üretime geçen atölyeler kurulmuş. Ancak bu küçük işletmelerin hepsi de ihracata odaklı değil tabii.
Parizyen ve Müjde markalarıyla iç pazarın yüzde 70'ini elinde bulunduran ve geçtiğimiz yıl 14 milyon dolar ihracat gerçekleştiren İstanbul Çorap yetkilileri ise Türkiye'nin İtalya'nın Farelli ve Prete Polly gibi dev üreticileriyle boy ölçüştüğünü, kimi alanlarda işbirliğine gittiğini belirtiyorlar ve "birkaç yıl içinde hem stilde hem de kalitede İtalya'yla atbaşı gideriz," diyorlar.
2000'li yıllarda toplam üretimin 1 milyar çiftin üzerine çıkmasının beklendiğini söyleyen Simge Tekstil'in ortaklarından Mustafa Tan, Türkiye'nin en büyük avantajını bu alanda iyi yetişmiş bir insan gücüne sahip olması olarak görüyor ve "AB pazarına yakınlığı ve ham madde zenginliği de önemli artılar getiriyor," diyor.
Üretimde dünya devleriyle aşık atan Türkiye'de iç tüketim ise oldukça sınırlı. Kişi başına tüketim henüz yılda 2 - 3 çifti geçmiyor. Avrupa ülkelerinde bu oran yılda 10 - 15 çift arasında değişiyor. Tüketim şampiyonu ABD ise yılda 2 milyar adet çiftle dünyanın en çok çorap satılan ülkesi.
Bilgisayara "elektronik beyin" denilen günleri hatırlarsınız. Benim çocukluğuma rastlayan 1970'li yıllarda bu deyim dilimize iyice yerleşmişti ve hatta kafası iyi çalışan kişileri anlatmak için sıklıkla "elektronik beyin gibi maşallah" benzetmesi yapılırdı.
Siemens'in merkezi Ar - Ge faaliyetlerinden sorumlu Başkan yardımcısı Claus Weyrich 1. Teknoloji Kongresi'ndeki konuşmasında biraz daha gerilere gitti ve 80'lerin ortasında üretilen tek chip'li bir mikro - bilgisayarın 1946'da üretilen ilk "elektronik beyin" olan ENIAC'tan ne denli üstün ve üstelik ne kadar ucuz olduğunu şu karşılaştırmayla ortaya koydu:
ENIAC (1946) Tek chip (1986)
Bileşenleri 18 bin tüp 60 bin transistör
İşlem hızı 3 ms (saniyenin 0.03 ms
binde biri)
Enerji tüketimi 150 kilovat 1 vat
Fiyatı 2 milyon dolar 2 dolar
Bilişim sektöründe gözlenen baş döndürücü gelişmeyi elektronik mühendisliğinde, özellikle de mikroelektronik alanında yaşanan devrime borçlu olduğumuzun altını çizen Weyrich, 1970'lerden sonraki dönemi kastederek "dünyada hiç bir sektör elektronik sektöründeki kadar köklü bir yapısal değişim geçirmemiştir," dedi.
Weyrich'in ne demek istediğini yandaki tabloda açıkça görmek mümkün. Son 30 yılda elektronik sektörünün cirosu 300 milyar dolar mertebesinden trilyon dolar mertebesine yükselmiş. Ancak asıl dikkat çekici olan bu cironun dağılımı. 70'li yıllarda software dahil yeni geliştirilen ürünlerin pazar payı yüzde 34'le sınırlı iken, konvensiyonel ürünler yüzde 66'yla pazarda ezici bir ağırlığa sahip. 1990'lara gelindiğinde durumun tersine döndüğünü ve yeni ürünlerin pazarı ele geçirdiğini görüyoruz. Önümüzdeki günlerde ise mikroelektronik ve software'in payının yüzde 70'leri aşması bekleniyor. Bugün dünya pazarındaki elektronik ürünlerin üçte ikisi 5 yıldan genç ürünlerden oluşuyor. Gerçekten çarpıcı bir değişim ve Weyrich'e göre 2000'li yıllarda elektronik dışı sektörlerin de benzer radikal dönüşümleri geçirmesi kaçınılmaz.
Yıllarını Ar - Ge'ye vermiş bir yönetici olarak teknolojik yeniliklerin yalnızca büyüme dönemlerine özgü sayılmaması uyarısında bulunan Weyrich araştırmayı, "paranın bilgiyle yer değiştirmesi," teknolojik yeniliği ise, "bilginin parayla yer değiştirmesi" diye açıklayarak sıklıkla yan yana gelen bu iki kavramın zıtlık içindeki birlikteliğini vurguladı. Weyrich'in belirttiğine göre, Siemens'te geçtiğimiz yıl 4.7 milyar dolar tutan Ar - Ge faaliyetlerinin yüzde 75'i iletişim şebekeleri, yarı - iletkenler ve tıp mühehdisliği alanında gerçekleşmiş.
Günlük yaşantımızı yakın gelecekte a'dan z'ye bilgisayar teknolojisinin düzzenleyeceğini söyleyen Siemens Başkan yardımcısı verdiği örneklerle gözümüzün önünde şöyle bir tablo canlandırdı:
"* Diyelim ki, Münih'in ortasında bir günlük bir konferansa davetlisiniz ve gitmişken iyi bir yerde iyi bir
yemek yemek istiyorsunuz. Bilgisayarınız sizin için hemen bir ziyaret programı hazırlıyor. Trafik sıkışırsa derhal başka bir program veriyor. "Arabanı şuraya park et. Sağa dön, karşına şu lokanta çıkacak," diyor. Size de uyması kalıyor.
* Sanal dokunma ekranı: Geleceğin bilgisayarları da bugünkünden farklı olacak. Düz bir ekrana dokunarak "image proccesing" yoluyla ekranı bilgisayar gibi kullanabileceğiz."
Asya'daki kriz bölgedeki hava taşımacılığın da derinden etkileyeceğe benziyor. Sıkıntıya düşen havayolu şirketleri krizi aşmak için Amerika ve Avrupalı devlerle stratejik ortaklıklar kuruyor, kar marjı düşük uçuşları ve uçak siparişlerini birbiri ardına iptal ediyor.
Herald Tribune'da yer aldığına göre Hong - Kong kökenli Cathay Pasicif British Airways'le, Japon Airlines American Airlines'la, Japonya'daki All Nippon ise hem Lufhtansa hem de United Airlines ile ayrı ayrı ticari ittifaka girme hazırlığı içinde.
Bu yeni gelişmenin en kayda değer sonucu Asya'daki havacılık endüstrisisinin bağımsızlığını yitirmesi. "Güçlü ve baskıcı global şirketlerle ortaklık Asyalı şirketleri belki daha işlevsel ve daha karlı duruma getirecek ancak uzun vadede bu ittifakın yararları olduğu kadar zararları da dokunacak," yorumları yapılıyor. Asyalı tüketici ise seçme şansını büyük oranda yitirecek.
Bu tür girişimlerin tüketiciye yansıyacak avantajları arasında bazı bağlantıların daha hızlı ve etkin sağlanması ve bilet alma kolaylığı sayılabilir. Ancak oligopolik yapının dezavantajlar daha fazla. Asyalı yolcular bundan böyle bazı rotalarda uçamama ya da uçuşların büyük ölçüde azalması gibi önemli bir riskle karşı karşıyalar. Batılı şirketlerin oyunu kendi kurallarına göre oynamak istemeleri hizmet standartlarında da oynamalara yol açabilecek.
Kaderin cilvesine bakın ki, krize kadar Doğu Asya, ticari hava yolculuğunda en hızlı büyüyen bölgeydi. 1997 nin ilk yarısında hava yolculuğu dünyada yüzde 4.5 oranında büyürken, Doğu Asya'da bu oran yüzde 7.3 olarak gerçekleşmişti. Ancak 97'inin ikinci yarısında oran yüzde 1.3'e düştü. Havayolu şirketlerinde finansal çöküntünün bu boyutlara varmasında en etkili faktör gelirin yerel para üzerinden ancak uçak ve petrol gibi ana giderlerin dolar üzerinden olması.
Yazara E-Posta: nkalkan@milliyet.com.tr