Ece Temelkuran

Ece Temelkuran

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



İnsanlık tarihi en başından nafile bir arayış içinde. Kadın-erkek ilişkisinin bir oluruna bakar vaziyette. Bu uğurda nice enerji sarf eden insanlık tarihinin en başından beri konuyla ilgili olarak "gerçekçi olup, imkansızı isteyen" bir ruh hali var; sonunda başaracak yani, azimli. Velhasıl, gelinen noktada bulabildikleri en şahane, kendilerine göre en az zarar yaratan yöntem olarak da tek eşli evliliği buluyorlar. Bunun öncesi var tabii; çok kadınlı evlilikler, çok erkekli evlilikler, deneme evlilikleri vs... Bunun sonrası da var, onu ömrümüz vefa ederse göreceğiz. Neyse mesele bu değil zaten. Mesele şu:
Evlilik, temelinde insanlar üredikçe mülkiyet kayıtları karışmasın, kimin kiminle yatacağı belli olsun ve olay çıkmasın, hangi çocuk kimden bu bir açıklığa kavuşsun diye icat edilmiş bir muamma. Temelinde böyle bir arıza olan bir kurumu sürdürmek için de birtakım destekleme fikirleri gerekiyor. Doğaya ve insanın kendine karşı verdiği kavgada evlilik denen kurumu yüceltmek için birtakım "kutsiyetler" icat edilmesi gibi gündelik hayatı sürdürmek için de ara yöntemler bulunması icap ediyor. İşte nihayet asıl meseleye geliyoruz. Bu ara yöntemlerden biridir çünkü en tiyatro olanı, izlemesi pek keyifli olanıdır, "idareci" kadınlar ve "anlamayan" adamlar düetidir! Şöyledir...

Kadınlar, bilhassa çocukları olduktan sonra "evin erkeğine" de bir büyük oğlan çocuğu muamelesi yapmaya başlarlar. Yüz yüze markajda, erkeğin şahsiyetini zedeleyeceği sebebiyle pek tercih edilmeyen yöntem, daha ziyade kadın arkadaşlarla yapılan muhabbette, ayakların alta alınmasıyla başlayan kıvam anlarında nükseder. Erkeğin, esasında kadını hırpalayan iktidarı o esnada bir karikatür haline getirilerek, erkeğin tekrarladığı "mühim adam" hareketleri tefe konarak bir nevi rahatlanır. Eve gidilip yeniden o iktidara, işte efendim o asık suratlı iletişimsizliğe tahammül edilecektir, onu aşmak için bir enerji sarf edilmeyecektir ama ayakların alta alındığı ve iktidar merciiyle dalga geçildiği anlarda bir parça nefes alınacak, okul asan çocuk veyahut da firar edip dışarıda bir tek atan mahkum gibi hissedilecek ve gardiyanı alaşağı etmek gibi radikal bir fikre kapılmadan hayat devam edecektir. En kuşe kağıda dergilerden feyiz alan solaryum kadınlarından en temizlikçi teyze hanımlara kadar aynıdır bu mesele. Evde adam "idare edilir". "İyisin hoşsun" denerek adamın oğlan çocuğu olarak kalmış yanından yararlanılıp, olaylar sakinleştirilir. Kişiler artık birbirine temas etmek, birbirine dikkatle bakmak zorunda değildir. Kadınlar idarecidir ve erkekler de idare edilmeyi kabullenir. Peki niye kabullenilir?
İlkokulda bir yerde mi öğreniyorlar, yoksa sonra kadınların haberdar olmadığı bir merkezde mi eğitimden geçiyorlar; hakikaten daha tespit edilememiş bir konudur ancak çok istisnai durumlar dışında her erkek şunu söyler: "Kadınları anlamıyorum ağbi!"

Uzatmadan söyleyeyim; bu cümle, net ve kesin bir biçimde erkek egemen ideolojinin bir yan ürünüdür. Anlamak istememenin, anlamaya sarf edilecek enerjinin kendini haklı çıkarmaya ve durumu anlaşılmaz ilan ederek işin içinden çıkmaya harcanmasıdır. Doğrusu, bir noktaya kadar da doğrudur. Bir kadın herhangi bir durum veya olay yaşanmadan önce o durum ve olayın yirmi yedi farklı senaryosunu daha başından düşünmüştür. Bunun da kadınların büyürken yaşadıkları şeylerle ilgili haklı nedenleri vardır ama bu ayrı ve daha uzun bir mesele. Ancak "anlamamak" hakikaten bir seçimdir. Anlamazsın, kenarında durursun, meselelere temas etmezsin, bitti gitti. Gider haberleri seyredersin, maça bakarsın, yan yana ama emniyetli bir mesafede yaşarsın. Velhasıl kadının aklından ne geçiyor anlamaya çalışmazsın, başın ağrımaz.
Şimdi efendim elimizde ne var? Erkeğin hayatına, aklına, kalbine dokunmadan ilişki denen muammayı arkadaşlarıyla çözmeye çalışan bir kadın ve "Abicim kadın dediğin bir gayya kuyusu" diyen ve bu cümleyle birlikte kendi ceza sahasına çekilen bir adam. Neymiş efendim? Orta saha boşmuş!

Bu durumda şu da söylenebilir tabii: Ortada kaleden kaleye gol atmak gibi imkansız bir yıldızlık peşinde koşan iki kişi... Ama nihayet, yine de aynı sahada durmayı başaran, bunu birbirine uzak durarak başaran iki kişi...
Tam bu esnada durup, "Hayır, hayır! Böyle olmamalı. İnsanlar konuşmalı, anlaşmalı. Her şey konuşulabilir. İnsanların iletişmesi ne hoş, ne şahane bir olaydır" diyemiyoruz.
Niye? Çünkü evlilik, uzun ilişki, adını siz koyuverin artık, imkansıza yakın zordur. İnsanlar birbirine dokunurken birbirlerinin canlarını yakacaklarından bir saldırmazlık anlaşması imzalarlar. Böylece yan yana yaşamak mümkün olur ancak. Zamanla konuşulmayarak katman katman büyümüş muammalar bir kere açılsa "boşanma / ayrılma" denen cehennemde sonuçlanacağı için iki taraf da konulara dokunmadan, kenarından geçerek "başarılı bir ilişkiye" imza atarlar. Biliyorsunuz "başarılı" bir ilişki öncelikle "süren" bir ilişkidir, hatta çoğu zaman sadece sürmesi bir ilişkinin başarısıdır. "Geçmişi için sürdürülen" ilişkiler de bu noktada gündeme gelir ki, bunu da ayrıca konuşmak gerekir. Belki başka bir gün!