Ece Temelkuran

Ece Temelkuran

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Boş vites ülkesinden: Ya da Telekom'un önünde çalıştıkları kurumu sevimsiz gözlüklü yeni bir adama satılmaması için bağıran insanların sesleri Maliye Bakanı Unakıtan'ın "Paralar gelsin, paralar" sevinci kadar duyurulabilseydi... Yüksekova'da, Şemdinli'de olanları protesto eden insanların sesleri ateş yakmalarına gerek kalmadan duyulabilseydi... Van'da bir memur intihar ettiğinde Adalet Bakanı Çiçek'in söyleyebildikleri "Battaniyenin kenarındaki şeyle de intihar edilir" gibi bir yol göstermeden ileri gidebilseydi... Çapa Tıp Fakültesi'nde öldürülen doktorun bir "hasta yakınının" değil, doktorları ya hikmetinden sual olunmaz tanrılar ya da karın tokluğuna çalıştırılan köleler yapan çökmüş bir sağlık sisteminin kurbanı olduğunu söyleyebilseydi birileri... Türban takan genç kadınların başlarının örtüsüyle ilgilenildiği kadar başlarının içiyle ilgili olunabilseydi... Güneydoğu'da zafer işaretleriyle olayları protesto eden liseli çocukların dertlerinin ne olduğunu birileri hakikaten dert edebilseydi... Susurluk şüphelisi siyasetçilerin bu olaylar üzerinden derhal ve yeniden "milli kahraman" rolüne soyunmaları biraz sorgulanabilseydi... Paris'teki çocuklara baktığımız kadar bu ülkenin çocuklarına bakabilseydik, o zaman belki, bugünlerde sanki boş viteste giden bu ülkede neler olduğunu anlayabilirdik bir parça.Öyle karanlık ki olanlar, eskiden de söylemiştim, şimdi de söyleyeyim, artık kötü şeylere değil, iyi şeylere ağlıyor insanlar. Mardin'den kalkıp Ankara'ya 10 Kasım koşusu için gelen, buz gibi soğukta yalınayak koşan bir kız çocuğunun "Birinci olamadım, ikinci oldum" diye hayıflanmasına fena oluyor insan. Bartın'da öğretmensiz kalan çocukların kendilerince okumaya çalışmalarına, beşinci sınıftan ablalarıyla okulda toplanma isteklerine beter oluyor insanın içi. Onlar direniyorlarsa kendi kaderlerine bizim şimdi sıkılma, kahrolma hakkımız yok yaşananlara. Anlamaya, anlatmaya devam edebilmek için, nefes almak için iyi şeylere bakmaya mecburuz şimdi. Paris'teki ayaklanmalar kadar çok konuşulabilseydi memleketteki ayaklanmalar hakkında, belki o zaman bir anlama şansımız olabilirdi. Şemdinli'de ne olduğu "Susurluk kadar iri değil, daha ufak" cümlelerinden daha ayrıntılı cümlelerle açıklanabilseydi mesela... Trabzon'da Kazım Koyuncu anısına, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nce düzenlenen Kitap ve Kültür Günleri'nde bir konuşma yaptım. "Umumi arzu üzerine" Venezüella'da yaşanmakta olan devrimi anlattım. Ama esas önemli olan, şölende gösterilen "Beşikdüzü Köy Enstitüsü" belgeseliydi. Yirmili yaşlarındaki Deniz Yeşil'in yönettiği, Yakup Karbuz'un yönetmen yardımcılığını yaptığı belgesel "hiç parayla" ve "hiç deneyimle" yapılmış olmasına rağmen bu ülkede neler yapıldığını, bu ülke insanlarının isterlerse neler yapabileceklerini anlatıyordu. Deniz ve Yakup gibi genç insanların böyle filmler çekerek hâlâ bu ülkeye inandıklarını göstermesi de ayrı önemli tabii. Filmin sonunda, köy çocuklarının yaptıkları okul binaları yıkılıyor, balık tutup okullarına gelir sağlamaya yarayan tekneler parçalanıyor, horon teperken çaldıkları kemanlar bir müteahhide hurda olarak satılıyor, Türkiye başka bir filmin içinde sürükleniyordu. İzleyenler ağlıyordu. Niye peki? Trabzon'da bir gün Bu ülkede iyi şeyler olunca gözlerimiz doluyor çünkü bu toprağın ne büyük haksızlıklara uğratıldığının bir kez daha hatırlıyoruz her seferinde. Yalınayak koşan kızların, kendiliğinden okula gelen köy çocuklarının, hâlâ bu ülkede canlı bir vicdan arayışıyla, inanmak için güzel hikâyeler arayan gençler olmasına rağmen başımıza bunların gelmesidir canımızı sıkan. Güzel şeyler gördüğümüzde fena oluyoruz bu yüzden. Çünkü biliyoruz, bu kadarını hak etmiyoruz. Bu halkın neler neler yapabilecek olmasına rağmen yapmıyor olmasını bir türlü içimize sindiremiyoruz. Kahrolmamız bu yüzden. ecetem@hotmail.com Haksızlık