Çölde Bir yaratık gördüm, çıplak, vahşi Çömelmiş oturuyor Yüreğini ellerinde tutuyor Yiyordu. Dedim ki: "Tadı güzel mi dostum?" "Acı, acı", diye karşılık verdi; "Ama seviyorum Çünkü acı Ve benim kalbim" (H. Crane) "Ben sadece atan bir kalbim" (Proust) deyip tül gibi hafif, geçip yanından sadece ürpertebilendir. "Ama sizin adınız ne / Benim dengemi bozmayınız" (Turgut Uyar) deyip aniden, senin o yaldızlı, staras taşlı, süslemeli, oymalı, kakmalı egonun altındaki kilimi çekip seni tepetaklak yere serebilendir. Bütün bunları yapabilmesinin tek nedeni "acı bir kalbi" olması ve şair kişinin durmadan kendi kalbini yemesi, tükendikçe kusup kalbini yeniden yemesidir. Tombul ve sıkış tepiş egolar arasında ya da botokslu benlikler kenarında bazen boğuluyorsan eğer, üstüne yığılıyorsa o gürbüz "Ben! Ben! İlle de ve özetle ben!"ler... Bu dünyanın tek yangın merdiveni şiirdir. Çünkü şair kişi, "Ben hiç kimseyim!" (Emily Dickinson) deyip üzerinden insan ağırlığını alabilendir. Kalp yiyen bir dostum var, adı Birhan Keskin. Antalya Altın Portakal Şiir Ödülü'nü aldı geçen gün. Daha birkaç gün önce "yazının yarıştırılamazlığı" üzerine konuşuyorduk, yarıştıranların tuhaflığından söz ediyorduk. Tam da bu yüzden ödül alınca insan, sırf yarışmadığı için madalya kazanınca, güzel oluyor. "Sen kalbini yiyormuşsun" diyor birileri sana, "Başkalarınınkini değil, kendininkini yediğin için sağ ol!" Bu ödülü Birhan, şimdi böyle alıyor kanımca: Yıllardır yiyip durduğu kalbine karşılık bir teselli ikramiyesi olarak. Kalbin kadrini bilenlerin bir armağanı olarak belki. O yüzden söylemiş olmalılar ödülün gerekçesinde, "ürpertici şiir dili sebebiyle" diye. Kalbin tadını biliyor olmalı bu ödülü verenler. Yarışmadığın için... "Sanat ve Bilim Fakültesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü'nden mezun olmak için gereken koşulları kısmen karşılamak amacıyla teslim edilmiş bir tez"... Şair Nilgün Marmara'nın tıpkı kendisi gibi intihar etmiş, tıpkı kendisi gibi güzel bir kadın şair olan Sylvia Plath'ın şairliğinin intiharı bağlamında analizi üzerine 1985'te yazdığı tezin başında böyle diyor. Tez, Everest Yayınları'ndan kitap olarak çıktı geçen günlerde. Marmara, kendi intiharından iki yıl önce, kendi çizdiği kaderin "analizini" yaparken akademik olarak, ne yapıyordu acaba?Nilgün Marmara da kendi kalbini yiyen kadınlardan biriydi. Dayanamayıp burada kalmanın yüküne, gidiverdi. Hep öyle düşünürüm intihar etmiş şair kadınlarla ilgili: Muhtemelen aramızdan gidiverenler, kalplerini yemekte yeterince usta değildiler. Zira acı çekmenin de bir erbaplığı vardır. Öyle kana kana içersen kendini, zehirlenirsin kendinden. Profesyonel bağımlılar gibi ince ayarını yapmalısın bu işin. Erken yaşta gitmemek, bu yeryüzünden doğmuş olmanın intikamını yeterince alabilmek için yaşamalısın oysa.Can Yücel gibi sunturlu bir küfür savurabilmek için lameli egolara ve balon ben'lere bu dünyada yeterince uzun süre kalmalısın. Bunları düşündüm Marmara'nın tezini okurken. Sonra açtım Birhan'ın "Cinayet Kışı+İki Mektup" kitabını "Saf Sabır" şiirini okudum, kış biterken:sardunyalarla konuşarak çoğalttımaramızdaki ayrılığısayarak çoğalttığım günleri tamamladımkirpiklerimin arasına çektiğim tüldeyağmur durdu ve şimdi kış bitiyoroysa kimse yokmuş dışardaiçim dışıma vuruyorsardunyalara su vermekle unutamadığımızşeymiş aşk:alnından bir günaydın gibi düşürdüğüm sabah,sağ yanımda unuttun keder.Şairler neden yerler kendi kalplerini? Acı olduğu için. Çünkü bir de kendi kalpleri değil mi?Başkalarının kalplerini yiyemeyenler, ne kadar ittirse de dünya, kimsenin canını yakmayanlar, yakamayanlar, bu dünyada hepimizin en fazlası sadece bir kalp atışı olduğunu bilenler, bu dünyadan en çok bir ürperme olarak geçip gitmek isterler... ecetem@hotmail.com Nilgün Marmara