Vallahi de billahi de o günden beri sırtımda. Hissediyorum. Tam sırtımın ortasında genişçe bir ılıklık olarak. Ne zaman hissetsem dikeliyor omurgam. Mutlak şefkat gibi bir şey. Mutlak affedilme gibi. Koşulsuz, sürtünmesiz sevgi gibi. Başka türlü tarif edemiyorum. Öyle bir şey işte.
Ne zaman olduğunu da biliyorum. Harbiye’deki bir dükkândaydım. “Sizi görmek bile ne güzel” dedi orta yaşlı kadın. Derin derin gözleri vardı. Dediğim her şeyi anlayacakmış gibi.
Hiç demese de dediği her şeyi anlamışım gibi... Sağlık ve sıhhat diledi. En zarif sözcükleri seçerek iyi dilekler sundu. “Kendinize iyi bakın ne olursunuz” cümlesini birkaç kez tekrar etti. En sonunda dedi ki:
“Tanrı’nın eli üzerinizde olsun”.
Tanrı’nın eli
Vallahi de billahi de o günden beri sırtımda. Hissediyorum. Koşulsuz, mutlak şefkat gibi. Sırtımın tam ortasında ne zaman hissetsem onu, Tanrı’nın eli sanırım bu, dikeliyor sırtım ve dünyaya biraz yukarıdan bakıyorum.
Üst üste birkaç kez, “Ne olur kendinize dikkat edin” dediği için, eninde sonunda başıma bir şey geleceğinden bu kadar emin olduğu için meraklandım, adını sordum.
İsmini söyledi. “Şimdi anladım niye böyle diyorsunuz” dedim. İsmi Ermeniceydi ve bana yazdığım kitap yüzünden böyle gözleri dolu dolu teşekkür ediyordu.
Ağrımızın derinliği
Ne zamandır yazacağım bunu. Erteliyorum:
Türkiye’de yaşayan Ermenilere teşekkür ediyorum. “Ağrı’nın Derinliği” kitabını yazdığım günden beri en haddeden süzülmüş nezaket ve zarafetle sıktılar elimi. İmza günlerinde seslerini hep biraz kısarak söylediler isimlerini ve sonra bana o eşsiz hediyeleri verdiler:
Nar şarabı, dalgaların arasında tek başına bir yelkenliyi gösteren yağlıboya tablo, Harry Misakyan’ın ut CD’si, çiçekler, çiçekler, çiçekler ve en son işte sırtımda taşıyıp durduğum Tanrı’nın eli.
Türkiye’de yaşayan ya da Türkiye dışında yaşayıp kitabı okuduktan sonra bana mektuplar, hediyeler ve eller gönderen Ermenilere içimin içinden teşekkür ediyorum.
Bebekler ve katiller
Tam bunları düşünürken işte haberi görüyorum:
‘İlkokullarda Genelkurmay’ın hazırlattığı ‘Sarı Gelin’ belgeseli gösteriliyor.’
Kan revan içindeki, en hafif deyimiyle tek taraflı belgesel, Milli Eğitim Bakanlığı’nın emriyle bütün okullara dağıtılıyor ve çocuklara izlettirilip sonra da durum raporu verilmesi isteniyor.
Resmi yazıda deniyor ki ‘ikinci bir yazışmaya gerek bırakmadan...’ Yani derhal, hemen hemen hemen! Çok acelesi var Milli Eğitim Bakanlığı’nın. Neden?
İnsanın aklına ‘bebeklerden katil yapmak’ lafı geliyor.
Dik omurga
Tetikleri çeken ellere karşılık sadece Tanrı’nın eli var sırtımda. Sırtımızda, bu ülkede yaşayan herkesin kardeş olduğunu düşünen kadınlardan ve adamlardan iyi dilekleriyle aldığımız Tanrı’nın elleri var. Ilık ılık. Ne olursa olsun o eli hissedince insan omurgası güçleniyor.
Sanki seni çok seven, çok güvendiğin birinin ‘Arkandayım’ demesi gibi bir etki yapıyor. İnsanın sırtı dikleşiyor, çenesi kalkıyor havaya, yürüyor, yürümeye devam ediyor.
Onlara çok teşekkür ederim. Adlarını her seferinde iki kez tekrar ettirdiğim, bu ülkenin kısık sesli vatandaşlarına...