Pazartesi günü Star gazetesinde Fadime Özkan’ın MÜSİAD Kurucu Başkanı Erol Yarar ile yaptığı bir söyleşi yayımlandı. Hiç abartmadan söylüyorum, tarihe kaydolunması gereken cümleler içeriyordu. Yarar özetle şöyle diyor:
“Türkiye’nin yeni burjuvazisi biziz!”
Yarar, nasıl dini ve milli bir misyon çerçevesinde hareket ettiklerini, iş yapma şifrelerinin nasıl kendilerine Allah tarafından lütfedildiğini, MÜSİAD’a bağlı işadamlarının ‘paranın esiri olmadıklarını’, Türkiye’nin gerçek ve tek sahiplerinin kendileri olduğunu, bir anlamda ‘milli ve dini misyonları’ çerçevesinde Türkiye’yi sahte sahiplerinden ‘geri aldıklarını’, TÜSİAD gibi ‘devletten nemalanmadıklarını’ anlatıyordu. Söyleşinin ilginç ayrıntılarından birisi ise şuydu:
Marka ayakkabı namazda
“Geçen gün büyük bir alışveriş merkezinde mescide girdim. Baktım ayakkabıların hepsi marka! Arkadaşların yanına döndüğümde ‘Türkiye’de devrim oluyor, haberiniz yok’ dedim. Nerede, dediler; mescitte, dedim!
- Camiden ayakkabı çalanlar alışveriş merkezlerine yönelecek demek ki!
- Oo, süper ayakkabılar var!”
Yarar, doğal olarak ve konumunun gerektirdiği biçimde, hayata para ve güç nahiyesinden bakıyor. Dolayısıyla ‘devrim’ denen şey onun için ‘marka ayakkabılarla’ ilgili bir hadise. Müslümanlar marka ayakkabı giyince mutlu olacaklar, dünya değişecek. En azından Yarar böyle düşünüyor. Üstelik ‘Türkiye’nin asli sahiplerine’ geri dönüşünün bu marka ayakkabılar üzerinden olacağı zannı içinde. Enteresan olan şey şu. Söyleşinin bir yerinde Yarar diyor ki: “Kapitalist sistemin dünya iktisadına, insanına getirdiği çarpık bir model var. Değişmesi lazım. Bizim kültürümüzde, inancımızda da bunu değiştirecek dinamikler var. Bir fikriyatın ancak kurumsal yapıyla büyüyebileceği fikriyle kuruldu MÜSİAD.”
Artık sen de herkes gibisin!
Marka ayakkabılar devrimi meselesiyle Yarar’ın kapitalist ahlak değinmesini beraber görünce insanın kafasının içinde Cem Karaca’dan o şarkı çalmaya başlıyor:
“Bence artık sen de herkes gibisin!
Şarkının ilk kıtası şöyledir:
“Gönlümle baş başa düşündüm demin / Artık bir sihirsiz nefes gibisin/ Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin / Akisleri sönen bir ses gibisin.”
Aslına bakarsanız Yarar için üzüldüm. Her ne kadar babası TÜSİAD’ın kurucusu, kendisi de bir Robert Kolej mezunu olarak Türkiye’nin o çok kızdığı, devletten nemalanan elitinin bir parçası olsa da mescit devrimi karşısında duyduğu heyecan son derece acıklı. Zira öncelikle Cem Karaca’nın çok güzel söylediği gibi artık siyasal İslamın sermayeyi ele geçirme mücadelesi, neredeyse bütün ekonomik ve siyasi kilit noktalar ellerinde olduğu için ‘artık sihirsiz bir nefes gibi’. Hırsları ve hınçları, nihayet benzemek istedikleri adamlara benzedikleri için tükendi. Üstelik marka mescide girmişse demek ki zatıalilerinin ‘mescit fikriyatı’ kapitalizmi değil, kapitalizm mescidi biçimlendirmiş demektir. Ama Yarar’ın endişelenmesi gereken asıl şey şu.
Devrim çocuklarını öldürür!
Kimilerini niyeyse endişelendiren ‘başörtüsü cipte, marka mescitte, sakal beş yıldızlı otelde’ manzaralarını her gördüğümde aynı şeyi düşünüyorum:
“Bu iş sadece bir nesil alacak!”
Türkiye’deki sermayenin ve siyasetin İslamlaştırılması sürecinin sancıları bir nesil sürecek. Bir nesil sonranın ‘İslami çocukları’, şimdi fikriyatı ve devrimi mescitte arayan dedelerini çok köylü, çok ilkel, kafayı çok fazla ‘dine takmış’ bulacaklar. New York’ta votka martinilerini içip iş anlaşmaları yaparken Amerikalı, Fransız eşleriyle Dubai’ye alışverişe ne zaman gitseler, bunu konuşacaklar. Bizim bugün Türkiye’de yaşadığımız sancılar ise onlar için sadece bir şaka olacak.
Yani Yarar’ın gözlemi yerinde ve fakat vardığı sonuç doğru değil. Mescitte devrim olacak ama bilirsiniz:
Her devrim önce kendi çocuklarını öldürür. Bu devrim önce ‘mescit fikriyatını’ öldürecek.