Hesapsız kahkaha atmasını... Ağzında şeker yuvarlar gibi dedikodu yapmasını... Sokaktan tek kişilik bir fener alayı gibi geçmesini... Yeni yıkanmış balkonların ılık betonunda pembe topuklarını gezdirmesini... Erken yaşta rakı içmesini ve şarkıların en efkârlısını gecenin sonuna saklamasını... "Asfalyaları attığı" vakit "efelik" yapmasını... Çatlata çatlata oynamasını... Takıp takıştırıp püfür püfür salınmasını ve daha neleri neleri... İşte her nasılsa, daha en başından öğrendikleri için bütün bunları, güngörmüş adamlar bilir "İzmirli kadınlar" dendi mi, işte orada durmasını.
Canım, "dalgalıysa" eğer atlamadan önce durup denizin dibine bakılmaz mı? "Dibe çakılır mıyız?" hesabı!
Oysa hayat kıvamındadır İzmir’in kadınları. Nasıl hayatta ayrıştırılıp çözülecek bir şey yoksa, onlar da işte tam öyle. Yani ya akarsın onunla; ya akmaz, durursun kenarda. Yok öyle durup dibine bakmaca...
Hep yeni yıkanmış balkonlarda mı yaşarlar? Yoksa akşam sefası çiçeği gibi ikindileri açılıp saçıldıkları için mi kalır insanın aklında o balkonlu, kadınlı, İzmirli fotoğraflar? O balkonlarda hiç göremezsiniz büsbütün ne erkekleri ne hayatı ciddiye alan konuşmalar. Olsa olsa henüz kurumamış su birikintilerine dalgın dalgın değdirilen parmaklar... Ve mutlaka beş dakika içinde patlar yeni kahkahalar. Zaten galiba erkekler, tombul, hafifmeşrep İzmir Teyze’nin memeleri arasındaki yardımcı oyuncular.
Hep soruyorlar ya:
"Neden bu kadar güzel İzmirli kadınlar?"
Zira hep onlarda kıkırdamalar, kahkahalar ve kışkırtıcı şımarıklıklar...
Nasıl denir ki? Ben Ankara’da gördüm az konuşan, az gülen, ciddi duran, füme rengi kadınları. Görünüp görünüp kaybolan, "muamma" taklidi yapanlar da İstanbul’un meselesi. Ben sanırdım ki, hayatın yakasında bir hercai menekşe gibi durur her yerde kadınlar. Öyle değilmiş meğer...
Bir de ne yapsan çıkmaz ya denizin lekesi, o da var.
***
Not: Sabah gazetesinden "Kadın yazarlardan kendi şehirlerinin kadınlarını yazmalarını istiyoruz" dediler. Bizden de İzmir kadınlarını istediler. Düzgün bir iş yapacaklar sanıp yazdık. Ama Seda Sayan Türk edebiyat tarihine damgasını vurmuş bir yazar olmalı ki, onun fotoğrafları basılıp, yukarıdaki yazı da kibrit kutusu kadar küçültülmüş. "Televole kadınlarının fotoğrafları yazıdan daha çok okuyucu çeker" gibi zavallı bir cinliği "zeka"
sananlarla alay mı etmek lazım? "Kabahat yazı verende" deyip
susmalı mı yoksa? Ama yazının da canı yanıyor işte!