Uygarlık tarihinin başlangıcından bu yana insan toplulukları, insanlığın iyiliğini isteyenlerden pek haz etmemişlerdir. Zira genel olarak insan kalabalıkları, adalet olsun, eşitlik, barış, özgürlük olsun, bu gibi meselelerle akşam yiyecekleri yemek kadar ilgilenmezler. Niye bilmem, öyledir. Üstelik birçok düşünürün kahrolarak ve şaşarak izlediği ve anlamaya çalıştığı üzere kalabalıklar niyeyse faşizmi daha kendilerine yakın ve sıcak bulurlar. İnsanlar mülk edinmeyi bölüşmekten daha haz verici, birbirinin gözünü oymayı barış içinde yaşamaktan daha güvenli, ezmeyi ve ezilmeyi iktidarın olmadığı bir dünyadan daha "mantıklı" ve "gerçek", komşularının ne diyeceğini kendi kalbinin ne diyeceğinden daha önemli bulurlar. Niyeyse insan ırkı, en başından beri ölüp durmasına rağmen bir türlü ölümlü bir varlık olduğunu kabul etmez mesela; toprakları ele geçirmeye çalışır, zenginleşmeye çalışır vesaire vesaire...
Peki bunun belediye seçimleriyle ne ilgisi var? Bence olup bitenin tamamen ve sadece bununla ilgisi var.
Şahsi adaylık hikayem
Telefondaki ses son derece zarif bir biçimde anlatıyor durumu:
"Ece hanım, biz yedi sol parti birleştik."
Evet?
"Biz düşündük taşındık. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na ortak bir aday göstermek istedik."
Çok güzel. Sonra?
"Bütün partilerden arkadaşlar tek bir isim üzerinde birleştik."
Ala! Ala! Kimmiş peki?
"Siz!"
Hö?
Arada şaşkınlıkla ettiğim cümleleri geçiyorum fakat trajik bir ses tonuyla yaptığım son analizimi sizinle paylaşmak isterim:
"Demek durum bu kadar kötü!"
Demek ancak hiç siyaset yapmamış ve muhtemelen de yapmayacak bir kişi üzerinde anlaşılabiliyor yani... Yine de sağ olsunlar, onur duyduk ama tahmin edebileceğiniz üzere bu teklifi kabul etmedik. Ancak sonradan, hani öyle gırgırına, bir kampanya tasarladım kafamda. Belediye başkan adayları, izin almadan, bu tamamen işe yaramaz fikirlerimi kullanabilirler. Slogan şöyle olacaktı mesela:
"N'olur beni seçmeyin!"
Altta ikinci cümle:
"Alla'şkına kendinizi seçin!"
Kampanya faaliyetleri şöyle olacaktı: Bütün yoksul mahallelerde komün fırınları ve mutfakları kurmak, paranın geçerli olmadığı, hizmet ve malların trampa edildiği değiş-tokuş pazarları yaratmak, hep birlikte televizyon izleyip siyasetçilerle dalga geçmek, teksirle çoğaltılmış komik mahalle gazeteleri çıkarmak, kahve toplantıları yerine geceleri ihtiyar kadınları kahvelere sokup masal anlattırmak vesaire... Yarabbi, ne kadar çocukça! Oysa göbekli adamların, bayramlık lacilerini çekip aniden politika konuşmaya başlamaları ve politikayı hayattan ayrı bir şey sanmaları ne kadar da olgun!
O esnada adaylar...
Bu arada elbette belediye başkan aday adayları benimle görüşmeye geliyorlardı. Kolayca tahmin edebileceğiniz üzere sol cenahtan kişiler. Soldan sola (!) kadar herkes yani. İlk olarak CHP Beyoğlu belediye başkan aday adayı Dr. Ercan Kesal geldi. Şizofreni Dostları Derneği'nden Sokak Çocukları Derneği'ne kadar birçok faydalı örgütün kurucusu ve hafta sonları mahallelerde parasız sağlık taraması yapacak kadar da şık bir kişi. Düzgün bir insan velhasıl ve fakat, gelin görün ki "Kurban Bayramınızı tebrik ederiz" bez pankartlarıyla yapılan siyasette nasıl duracak diye merak ettim doğal olarak. Öyle bir mekanizma ki içine girdiğin anda üzerine bulaşıyor yani.
Sonra Ezilenlerin Sosyalist Platformu'ndan dört başkan adayıyla tanıştım. "Sosyalist Kent" projelerinden söz ettiler. Ve fakat oturduğumuz kahvede aniden kimlik kontrolü olunca, adaylardan biri yazdığı bir yazı yüzünden aldığı ceza sebebiyle polisle uzun bir süre muhabbet etmek zorunda kaldı...
Sevgililer Günü kampanyası
Arkasından yedi sol partiden oluşan blokun Kırşehir'den aday gösterdiği Yıldırım Kaya aradı. Kampanyayı benim, geçtiğimiz aylarda Kırşehir üzerine yazdığım bir yazıdan ilham alarak tasarlamış. "Kırşehir'de artık sevgililer el ele gezecek" diyor: "14 Şubat Sevgililer Günü'nde herkesi Kırşehir'e davet ediyorum." Oysa Kaya bilmiyor ki, ben "Neşet Ertaş'ın memleketinde herkes aşka hayran ama kimsenin aşka cesareti yok" gibisinden bir şeyler yazdığımda ertesi gün büyük bir Kırşehirli kalabalık Milliyet'i protesto etti. Ne diyeyim? Başka türlü bir söz söylemek niyetinde olan Kaya'ya kolay gelsin!
Bayhan'dan bir şarkı
Bunun da arkasından ÖDP'nin belediye seçimleri için maddi ve manevi dayanışma amaçlı düzenlediği geceye gittim. (Görüldüğü gibi etrafta bir tespit böceği olarak dolanıp duruyorum!) Eğlenmek niyetiyle yapılan gecede bana sorarsanız herkes kendinden bile sıkılmış gibi görünüyordu. Bir de bir müzik grubu vardı ki adları "Yaktı Beni 80 Darbesi" olabilir yani. Matrak olsun diye "Bayhan'dan 'Öyle deli gibi esme, başım dönüyor'u çalar mısınız lütfen?" yazılı bir peçete gönderdim. Şöyle söyleyeyim, gülmediler bile. Şakaydı oysa. Ve eğer şaka yapma ve anlama yeteneğini kaybetmişseniz zannımca değil siyaset yapmak, gündelik hayatınızı bile sürdürmekte güçlük çekebilirsiniz.
Billboard'lar görüyorum, reklam panoları. İktidardaki partinin adaylarının şık fotoğraflarıyla süslenmişler. Diğer tarafta "panosuz" adaylar görüyorum, başka bir dünyadan bahsetmeye çalışırken öyle ya da böyle "yenik" duruma düşenler. Belediye seçimleri geliyor yani. İnsan kalabalıklarının bir kere daha büyük sözcükler ve küçük hesaplar arasında seçim yapacağı bir seçim. Ve insanlar muhtemelen yine küçük hesapları seçecekler... Başım dönüyor.