Tuhaf bir şekilde aklıma takıldı geçenlerde. Eskiden, çocukken öyle ya da böyle bir mevlide götürülmüş olanlar bilirler. Çok şekerli şerbet dağıtılırdı. O şerbetlerin üzerinde kavrulmuş dolma fıstıkları yüzerdi. Onları ağzınla yakalamaya çalışmak, bardağı çevirerek yudumunla fıstıklara nişan almak diye bir şey vardı. Çocukların söylemedikleri tarihine ait önemli ayrıntılardan biridir bu. Belki hâlâ vardır, epeydir mevlit görmedim.
Kardeşleri olanlar mutlaka yaşamıştır bunu: Coca-Cola'yı iki bardağı yan yana koyup ince ölçümlerle eşit miktarda koyma meselesi vardır bir de. Birinin ağır ağır içmesi, diğeri kolasını bitirdiğinde onun daha ağır yudumlarla canını çektirmesi... Belki hâlâ vardır. Epeydir çocuk değilim.
Pazar sabahları TRT'deki Pazar Sineması'nı izleyerek kahvaltı etmek vardı bir de, reçeli ekmekten akıta akıta... Ayakları sandalyede sallaya sallaya, lokmayı ağızda unutarak heyecandan, gözleri her şeye şaşırıp açarak.
Sırta havlu konurdu mesela, hâlâ konuluyor mu acaba? Yoksa kağıt havlular mı sıkıştırılıyor çocukların sırtına? O havlu konulduğunda sırtından serinler insan, sırt havluyu ılıtana kadar sürer o beyaz serinlik. Kendini seviliyor hissedersin.
Annen üstünü hızla değiştirirdi sonra, burnuna sürterdi üzerinden çıkarılan şeyin yakası. Sen anlamadan yenisi giydirilirdi. Dizlerini silerdi kirlendiğinde, dizler niyeyse hep kirliydi. Paşa çayı vardı sonra, ılık ve şekerli. Petit Beure'leri onların içine daldırıp yumuşatmak vardı, çayı iyice bulanık hale getiren. Şimdi iğrenirsin belki görsen, ne çok severdin. Leblebilerle ağzını doldurup ağzında onları hamur haline getirmek vardı. Misafirlikte uzatılan şekerden iki tane alma hakkı da vardı, çikolata verdiklerinde asla yetmeyen. Sonra sevmediğin evlerde birbirine yapışmış akide şekerlerinden zorla iki tane aldırılması, kolonyanın hep avuçlarından yere dökülmesi...
O külotlu çoraplar neden hep düşerdi, ağı dizlere kadar inerdi? İşkence gibi. Onları neden hiç toparlayamazdık biz? Annenin yaptığı gibi düzgünce atleti içine sokup bir kumaş topağı yapmadan yukarı çekemezdik. Ya hep büyüktü o çoraplar ya da hep küçük. Bir de atletler vardı tabii, fitilli penye. Acaba sonra kaç kişi devam etti onları giymeye? Şimdiki çocukların en şanslı olduğu mesele ise kurdelelerden kurtulmuş olmaları elbette!
Pazar günleri sizin de evinizde durmadan çamaşır yıkanır mıydı? Merdaneli eski makinelerle. Niyeyse garip bir huzur verir insana o çamaşır makinesi sesi, pazar günü sesi. Şimdi siz de mesela evinizde çamaşır yıkıyor musunuz sık sık, sırf o huzur sesini duymak için hatta?
Pazartesiler pazar akşamlarından başlardı, hâlâ da başlar. Beyaz çoraplar ve ütülü yakalar. Ütü bir koku bırakırdı önlüğün üzerinde, hafif bir yanık kokusu sanki, tatlı. Düğmeli, elde taşınan çantalar vardı o zaman, sırt çantası henüz icat edilmemişti. Kenarları kıvrılmış defterleri yerleştirirken yapılmamış bir ödev hatırlandığında bir çocuğun hiç hak etmediği bir iç sıkışması yaşanırdı.
Sonra "garson boy" zamanlara geçildi, kalın katlanmış kot pantolon paçalarına... Pazar günü şeyleriydi bunlar. Şimdi pazar günleri neleriniz var? n