Yazarlar Espri yoğunluğu

Espri yoğunluğu

20.12.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Espri yoğunluğu

Espri yoğunluğu
20 Aralık 1998
Emre AKÖZ Soğuk bir mart gecesi Eskişehir Sigorta Hastanesi'nin bodrumunda dünyaya geldi... Annesi Simser Hanım, Anrap asıllı penguen terbiyecisi, babası Rezistans Bey ise Alaskalı muz yetiştiricisidir...

Böyle uzayıp giden bir özgeçmiş; her satırda bir başka kahkaha patlaması ya da dudakların kenarında oluşan bir ince çizgi...
Mesut Ceylan'ı hatırlarsınız. Gazete Pazar'dan önce, Milliyet Pazar'da, "Baklagül ile Remzican" adlı mizah öyküleri yer alıyordu. "Başlayalı Çok Oldu Mu?" adlı kitabı Parantez Yayınları'ndan çıkan Ceylan'ın yazıları mizah dergisi Leman'da yayınlanıyor.
Benim zihnimi sık sık kurcalayan konulardan birisi de mizahtır: Eğlence ile muhalefeti, mutluluk ile eleştiriyi biraraya getiren tuhaf bir sanat... Kah acımasız, kah sevecen. Bizi ahlaklı olmaya davet eden bir ahlaksız...
Mizah aynı zamanda bir ölçüt. Müzik gibi. İnsanları, örneğin kuşakları nelere güldüklerine bakarak öbekleyebilirsiniz. 20 yaşındakilerin kahkahalar attığı bir espriye, 60 yaşındakiler, "Bunun neresi komik," diyebilir.
Geçenlerde 21 yaşındaki İlke Gürsoy ile Cem Yılmaz'ın karikatürleri hakkında konuşuyorduk. Şöyle dedi: "Şimdi çizmiyor ama Leman'da çalıştığı dönemde en çok Cem Yılmaz'ın esprilerine gülüyordum." Benim içinse durum neredeyse tam tersiydi. Beğenmiyor değildim de, şöyle bir gülümseyip geçiyordum. Öte yandan geçenlerde Komik Şeyler Yayıncılık tarafından kitap haline getirilen ve Fatih Solmaz ile Bahadır Baruter'in "Lombak" köşesi favorilerim arasındaydı.
Peki farkı yaratan neydi? Çizgilerin tadı mı? Hayır! Laf döndü dolaştı ve şurada düğümlendi: Ben Cem Yılmaz'ın sık sık kullandığı uzun konuşma balonlarını tutmuyordum. İlke'yi güldüren ise tam da bu uzun konuşmalardı.
Bir örnek vereyim. Çıplak bedenine kimono giymiş, tokyolu "entel" bir tip, üzerinde sinekler dolaşan çöp torbasını göstererek kapıcıya şöyle diyor:
"Satı Bey, rica ederim... Bu ne böyle? Yani salt ekmek servisi ile olmaz di mi bu işler!. Alalım şu çöpleri lütfeen!.
Sinek sarıyo dört bi yanı, ağır gelmiyosa söyleyin bir formül bulalım yani!"
Kasketli, ince bıyıklı, gıcık kapıcının düşünce balonu ise şöyle:
"Bu altı numaranın da skicem tafrasını bi zaman ama kılığından gıllanıyom.. bilümüsün!. Toronaga gibü!. Japon çızgıları falan!.. Ninja minja olabilir eşşoğlueşşek!. Tırsıyorum."
Uzun konuşmalara ne gerek var? Aynı şeyler çok daha kısa bir biçimde anlatılamaz mı? Tabii ki anlatılır. Ancak Cem Yılmaz'ın tercihi bu ve genç kuşağı kendinden geçiren de tam da bu tarz. Bense kısa, yoğun anlatımı seviyorum. Bu nedenle Lombak'çıyım.
Bir örnek de oradan... Camideyiz. Cübbeli, kravatlı, sarıklı imam; adamın birini su dolu kazanın içine oturtmuş. Alttan tüp gazı yakmış. Cemaatin gözleri faltaşı gibi açılmış, "Ağııah!" diye bağıran adamı izlerken imam soruyor: "Evet, cehennem hakkında başka merakı olan?"
İşte bu kadar basit. Kısa ve öz. Bir, iki cümle yeter. Fıkradaki gibi: İki kekeme karşılaşmışlar, biri ötekine, "Yarım saat vaktin varsa beş dakika konuşalım," demiş.
Evet zevkler farklı. Yeni kuşaklar kendi tarzlarını, kendi zevklerini yaratıyor. Bir vakitler bayıldığımız Ferhan Şensoy nasıl artık bana kahkaha attıramıyorsa, genç arkadaşlar da bizim sevdiklerimize dudak büküyor. Ancak anlayamadığım bir nokta var.
Yoğunlaşmış, kısa, vurucu bir tarzı sevmeyen, geniş, yayvan, uzatılmış bir tarza yönelen aynı genç arkadaşlarım müzik alanında tam tersi bir zevke sahip. Biz eskiden uzun rock parçalarını severek dinlerdik. Hatta tümü tek parçadan oluşan albümler bile vardı. On dakikalık, yirmi dakikalık parçaları kanıksamıştık. Ayrıca melodi esastı. Şimdi ise kısa, beş dakikayı aşmayan parçalar revaçta. Melodi ağırlığını yitirdi, ritm öne çıktı. Rap, hip hop, drum'n bass, techno, house, rave gibi müzik türlerini düşünün... Melodi neredeyse buharlaşmış durumda. Varsa yoksa ritm. İşte benim anlayamadığım, bağlantılarını çözemediğim nokta bu. Nasıl oluyor da müzikteki temel yönelimle (yoğunlaşma) mizahtaki temel yönelim (yayılma) arasında böylesine bir zıtlık oluşuyor?
Neyse, biz yazımızı Cem Yılmaz'ın yine özgeçmişe ilişkin nefis bir esprisiyle bitirelim. Bugüne dek satın aldığı dokuz otomobilin markasını bir solukta saymaya çalışırken nefes nefese kalan Cem Özer'e şöyle dedi geçenlerde: "O benim otobiyografim!"

e-mail: eakoz@milliyet.com.tr
faks: 0212 5056431