Pekin'in ünlü Tiananmen Meydanı
son bir aydır, ağır cezalara çarptırılma riskini göze alarak hükümeti protesto eden yüzlerce Falun Gong mensubunun eylemlerine sahne oluyor. Falun Gong (FG) ya da Falun Dafa, Budizm ve Taoizm'den alınma ögeleri içeren; temizliği, fedakarlığı, meditasyon yoluyla sağlıklı kalmayı, vs. öğreten bir dinsel akım.
Çin'de Komünist ideolojinin sarsılmasıyla birlikte ortaya çıkan değerler boşluğunu doldurmaya yönelen yeni dinsel akımların en yaygını olan FG, 40 ülkede 100 milyondan fazla mensubu olduğunu iddia ediyor.
FG mensuplarının Komünist Partisi ve
devlet memurları arasında giderek yayılması üzerine telaşa kapılan Çin makamları, önceleri gözyumdukları FG'u geçen yazdan itibaren "devleti ele geçirmek için gizli faaliyet içinde olmakla; CIA tarafından yönlendirilmekle" suçluyor ve şiddetli bir bastırma politikası uyguluyor (Bkz "Çin'de 'irtica'" başlıklı yazım, 31.7.1999). FG'un lideri, eski bir devlet memuru olan Li Hongci ABD'de yaşıyor. FG'un internet üzerinden dünyaya duyurduğuna göre, son bir yılda milyonlarca mensubu kovuşturmaya uğradı, onbinlercesi işlerinden atılıp hapsedildi, en az 50'si gözaltında öldü.
Çin makamları Ağustos sonunda da Protestanlığı yaymak için faaliyet gösteren 3'ü Amerikalı, 130 dolayında Hıristiyanı tutukladı. Tutuklananlar, kendine "Fangçen Kilisesi" adını veren ve 500 binden fazla üyesi olduğunu iddia eden, Çin'e özgü bir Protestan mezhebinin mensupları.
Bu gelişmelerle ilgili haberleri okurken farkettiğim bir olgu, dine yönelik politikaları bakımından Türkiye ile Çin arasındaki benzerlikler. Çin anayasası inanç ve inanmama özgürlüğünü güven altına alıyor. Ancak Çin'de yalnızca 5 dine izin veriliyor: Protestanlık, Katoliklik, İslam, Budizm ve Taoizm. Bunlar dışında kalan inançlar "kötülük yuvaları" olarak niteleniyor. Yasal dinlerin hepsi, resmi Din İşleri Bürosu'na bağlı dernekler tarafından yönetiliyor.
İki ülke arasında en belirgin farklar şunlar: Çin'de din yayma faaliyeti (misyonerlik) yasak, Türkiye'de değil. Türkiye'de "dine hakaret" suç, Çin'de değil. Benzerliklerin ise bilmem altını çizmeye gerek var mı?
Türkiye'de de resmi kabul gören ve görmeyen inançlar ayrımı var. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın temsil ettiği Sünni İslam yasal, ama Aleviler yakın zamana kadar inançlarını gizlemek zorundaydı. Lozan antlaşmasında sayılan dinler de yasal, ama örneğin Süryani Ortodoks Kilisesi resmen tanınmıyor.
En önemlisi Sünni İslam'ın tarihleri 12. yüzyıla kadar uzanan halk yorumları olan tarikat ve cemaatlerin, 1925'ten beri yasak olmaları. Denetim altında olduklarına inanıldığı ve resmi makamların işine geldiği sürece bunların faaliyetlerine göz yumuluyor, aksi takdirde "devleti ele geçirmek üzere örgütlenmiş çete" ilan ediliyorlar.
Din ve vicdan özgürlüğü, yalnızca ibadet özgürlüğünü değil dilediğin inanca mensup olma özgürlüğünü de içerir. Belirli inanç gruplarının rejimi tehdit ettiklerine inanılıyorsa, bunları denetlemenin en etkin yolu yeraltına itilmeleri olamaz. Yasalara uygun faaliyette bulunup bulunmadıkları, bütün örgütlenmeler gibi, elbette denetlenmelidir, ama devletçe onaylanan ve onaylanmayan inançlar ayrımını artık kaldırmalıyız.
Yazara E-Posta:
salpay@milliyet.com.tr