Yazarlar Geceyarısı Ekspresi, Manisa ve Göktepe

Geceyarısı Ekspresi, Manisa ve Göktepe

30.12.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Geceyarısı Ekspresi, Manisa ve Göktepe

Geceyarısı Ekspresi, Manisa ve Göktepe

Ahmet SEVER

BÜTÜN dünyada defalarca gösterime giren "Geceyarısı Ekspresi" filmi, Türkiye'nin dışardaki imajına kocaman kara bir leke sürdü. Bu filmdeki iğrenç işkence ve şiddet sahnelerine ulusça isyan ettik. Bu filmi yapanların kafalarındaki "abartı ve önyargı"ya sert tepki gösterdik. Ben de, Brüksel'de öfkemden filmi sonuna kadar izleyemeden kendimi salondan dışarı atmıştım.
Ama ne yazık ki, Türkiye'de o filmi haksız çıkartan gelişmeler olacağına, Geceyarısı Ekspresi'ni doğrular nitelikte yüzümüzü kızartan olaylar yaşadık. Bir Göktepe adı, bir Manisa adı artık Avrupa'da dillerde. Metin Göktepe'nin döve döve öldürüldüğü ve Manisa'da liseli gençlere işkence yapıldığı haberlerini gazetelerden okuyan Avrupalıların zihinlerinde, Geceyarısı Ekspresi'ndeki sahnelerin canlanmaması mümkün mü? Avrupa'da yaşayan Türkler yıllardır, bu lekeyi silmek için, bu filmin gerçekle ilgisi olmadığını anlatmak için çırpındılar, durdular. Ama, boşuna uğraştılar. Türkiye'de karakollardan yükselen işkence çığlıkları, Türkiye'nin sınırlarını aşıp, tüm dünyaya dalga dalga yayıldı ve yurt dışındaki Türkleri yalancı durumuna düşürdü. Herkese, "Demek ki, filmdeki sahneler doğruymuş" dedirtti.
Bırakalım, Avrupa Birliği üyeliğine "aday" olmayı, Avrupa'nın insan haklarını bahane olarak kullanmasını. Umur Talu'nun Milliyet'te yazdığı gibi, insan olarak içimiz neden sızlamıyor acaba?
Madem, dışardaki imajımıza, gururumuza ve onurumuza bu kadar düşkünüz, madem, Geceyarısı Ekspresi filminin yapımcısını, "Türkiye'de işkence var" diyenleri protesto ediyoruz da, neden ülkemizde işkence yapıp bizi rezil edenlere karşı sessiz kalıyoruz? Protesto fakslarını, Avrupa ve ABD'ye yollamadan önce, niçin Ankara ve Manisa'ya göndermiyoruz?
Türkiye'deki işkence çığlıklarına kulaklarınızı tıkarsanız, dışarda, "İşkenceci ülke" etiketi yemekten kurtulamazsınız.

İÇİŞLERİ Bakanı Murat Başesgioğlu, Burdur'da demiş ki: "Avrupa'da insan hakları konusunda standartlar neyse, bizde de aynen o uygulanmaktadır. Türkiye'nin bu bakımdan fazla bir açığı yok. Avrupa, haksız eleştiri yapıyor."
İşkence konusunda en duyarlı olması gereken bir bakan söylüyor bunları. Anlaşılan, İçişleri Bakanı'nın, emrindeki bazı polislerin yaptığı işkenceden haberi yok. Uğradığı işkenceyi anlatırken düşüp bayılan gençleri gözleri görmüyor. Ya da, karakollarda adam öldürmenin ve liseli gençleri toplayıp işkenceden geçirmenin her Avrupa ülkesinde rastlanan sıradan bir olay olduğunu düşünüyor.
Yoksa, Başesgioğlu'nun, "Avrupa ile aynı standartları uyguluyoruz. Fazla bir açığımız yok" demesini nasıl açıklayabiliriz?
Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit de Alman Der Spiegel dergisine verdiği demeçte, Türkiye'de insan hakları konusunda bazı eksiklikler bulunduğunu, bunun Güneydoğu'daki terörist tehditlerden kaynaklandığını söylemiş.
Terör ortamının, demokratik açılımları bir ölçüde engellediği doğru. Ancak, Göktepe, Manisalı liseli gençler ve TBMM'de pankart açtıkları için mahkum olan üniversiteli gençlerin başına gelenleri, Güneydoğu sorunuyla izah etmek mümkün değil.
Zira, bu gençlerimiz terörist değildi.

AVRUPA basınında, Türkiye'nin tepkisinin haklı olduğunu teslim eden ve özellikle Almanya'yı suçlayanlar kervanına Fransa'nın Liberation gazetesi de katıldı. Liberation, başta Alman Başbakanı Helmut Kohl olmak üzere, Avrupalı Hıristiyan Demokratlara göre, Avrupa Birliği'nin bir "Hıristiyan Kulübü" olduğunu yazdı.
Jean Quatremer imzalı yorumda, AB Dönem Başkanı Lüksemburg Başbakanı Jean - Claude Juncker'in, Türkiye'nin adaylığını adeta bombaladığı vurgulandı ve bundan, en kazançlı çıkanın, Yunanlılarla, Alman Başbakanı Kohl olduğu belirtildi. "Kohl'ün kararlı desteği olmasaydı, Juncker bu kadar ileri gidemezdi" diyen Liberation şu görüşe yer verdi: "AB, Türkiye'yi diğer 11 adayla aynı kefeye koymayı reddetti. Halbuki, Türkiye'nin üyeliği yarın gerçekleşmeyecekti. Üyelik için koşullar geçerliliğini koruyacaktı. Üstelik, Türkiye ile az demokratik Slovakya'ya eşit muamele edilmedi. Ankara'nın bu duruma tepkisiz kalması beklenemezdi."
Hıristiyan Demokratların geçen 4 Mart tarihinde Brüksel'de yaptıkları toplantıda, "AB bir medeniyet projesidir" kararı aldıklarını hatırlatan Liberation, bu projede İslamın asla yer almadığına dikkat çekti.

TÜRKİYE'nin Avrupa ile ilişkileri 1997 yılında çok hırpalandı, yorgun ve bitkin düştü. İmdada, Noel ve yılbaşı tatili yetişti. Aradaki sinir ve öfke bu süre içinde biraz yatışacak ve 1998 yılı başından itibaren 6 ay sürecek kritik bir döneme girilecek.
Türkiye'yi genişleme sürecinden dışlayan AB, yeni yılda bu kararını gözden geçirecek mi? Kıbrıs'ta neler olacak? Bu sorulara yanıt aranacak. Önümüzdeki 6 ay, Türkiye'nin Avrupa ile 2000'li yıllardaki ilişkilerinin yönünü tayin edecek olması bakımından son derece önem taşıyor.
Dönem Başkanı olarak AB direksiyonunun başına geçecek olan İngiltere'nin işi gerçekten çok zor. Çünkü, AB, Lüksemburg'da bir karar aldı. Ankara, bu kararı reddetti. Şimdi iki taraf da tutumunu esnetmeye yanaşmıyor.
Türkiye ve AB'nin gündemi şöyle:
Şubat: Kıbrıs Rum Kesiminde seçimler yapılacak.
Mart: Kıbrıs sorununun çözümü için çabalar doruğa çıkacak.
Nisan: AB, Rumlarla üyelik müzakerelerini açacak. Bir anlaşma sağlanamazsa, Ankara da, KKTC ile entegrasyona yönelecek. Bu durumda, Kıbrıs ikiye bölünecek ve Türkiye - AB ilişkileri de olumsuz yönde etkilenecek.
Haziran: Londra'da hükümet ve devlet başkanları zirvesinde, Türkiye hakkında son söz söylenecek.


Yazara Email A.Sever@milliyet.com.tr