Hasan Cemal

Hasan Cemal

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


BRÜKSEL


Avrupa Birliği koridorlarında Türkiye'yle ilgili nasıl bir hava esiyor? Türkiye'nin AB üyeliğini ne ölçüde ciddiye aldığı konusunda duygu ve düşünceler ne alemde?
Bizimle ilgili bu sorular önemli. Hatta bugün yayımlanacak olan Katılım Ortaklığı Belgesi'nden daha önemli sayılabilir. Çünkü bu soruların karşılıklarında diplomatik dilin incelikleri yok. Görüşler olanca açıklığıyla, herhangi bir örtüye ihtiyaç duyulmaksızın ifade edilebiliyor.
Brüksel'de bazı AB çevreleriyle, Türkiye'yi yakın takipte tutan bazı AB Komisyonu kaynaklarından edindiğim izlenimler şu üç noktada toplanabilir:
(1) Türkiye 2000'i iyi kullanmadı.
(2) Demokratikleşmede gecikiyor.
(3) Ankara'da laf çok, eylem yok!
Öyle sanıyorum ki, bugün Katılım Ortaklığı Belgesi'yle birlikte yayımlanacak olan AB Komisyonu'nun Türkiye hakkındaki İlerleme Raporu - 2000'de bu üç noktanın altı şu ya da bu şekilde çizilmiş olacak.
AB Komisyonu'nda yakınma var!
Geçen temmuz ve eylül aylarında Ankara'nın demokratikleşmeyle ilgili bazı adımların kasım ayına kadar atılacağına ilişkin sözler verdiği ama tutmadığı belirtiliyor.
Ankara da bu durumun farkında. Dışişleri'nden bir kaynak dün sabah şöyle dedi:
"Ankara'da siyasi irade var. Bu irade eylül ayında ortaya kondu. Ancak bunu artık aksiyona çevirmemiz lazım. 2001'de hızlanmamız gerekiyor."
Türkiye'yi yakın takipte tutan bir AB Komisyonu yetkilisiyle önceki gün sohbet ederken iki noktaya değindi:
(1) "Fikirlerinden dolayı insanlar artık hapse atılmıyor Avrupa'da."
(2) "Partiler de kapatılmıyor."
Aynı yetkili sözü ölüm cezasına getirdi:
"Bir tek Türkiye kaldı ölüm cezasını Avrupa'da kaldırmayan. Son olarak Arnavutluk ve Ukrayna'da da idam kalktı. Rusya da imzaladı ancak henüz parlamentosundan geçirmedi."
İşkence konusunda yasaların Türkiye'de tam olarak uygulanmadığından da yakındı aynı Komisyon yetkilisi:
"Polisin işkence yaptığı saptanıyor. Ama bir süre sonra yine görevine devam edebiliyor. Böyle nasıl caydırıcı olunabilir ki insan hakları ihlallerinde?.."
Asker - politika - Milli Güvenlik Kurulu üçgeni, AB Komisyonu yetkilisinin üzerinde durduğu bir başka konuydu.
TCK 312 ile ilgili davaların açılmasında Genelkurmay'ın etkili olduğunu belirtti. Son MGK toplantısından sonra alınan kararlardan bazılarını laiklik anlayışı açısından eleştirdi. Din kurumunun devlet tarafından aşırı biçimde, camilerde vaazların denetimine kadar kontrol edilmesinin laiklikle pek bağdaşmayacağını söyledi.
Bu arada kamu kuruluşlarında Batı Çalışma Grubu benzeri irticayı izlemeye dönük örgütlenmelerin idarede 'cadı avları'na yol açabilecek sakıncalı yanları bulunduğuna da işaret etti.
Avrupa Birliği kulisinde Türkiye'yle ilgili olarak en duyarlı konuların başında tabii bizdeki asker - politika ilişkisi geliyor.
Bir Komisyon yetkilisi şöyle dedi:
"Demokrasilerde esas, askerin sivil otoriteye tabi olmasıdır. Geçenlerde Almanlar hatırlattı bize. Türkiye'nin 1994 yılında AGİT'te imzalamış olduğu bir belgede de (İngilizcesi: Code of Conduct on Political And Military Aspects of Security) asker üzerinde sivil kontrolün altı çiziliyor."
Bir başka şikayet:
"Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bazı kararlarına uymuyor. Hem uygulamıyor, hem tazminat ödememekte ısrar ediyor. Örneğin Doğu Perinçek'in partisinin kapatılmasıyla ilgili karar iptal edildi. Şimdi bu partinin ya açılması lazım ya da kendisine tazminat ödenmesi gerekiyor. İkisi de yapılmıyor."
Uzun lafın kısası: Avrupa Birliği kulisinde Türkiye'nin sicili iyi değil. Yakın geleceğe dönük iyimserliğin izleri pek görülmüyor.
Top bizim sahamızda!
2000 yılını iyi geçirmedik. Dileriz, 2001 yılı eski deyişle icraat senesi olur. Ekonomideki atılımlarımızı siyaset meydanına da taşıyarak, demokrasi ve hukuk devleti alanında reformcu adımları gelecek yıl inşallah atılır.
Avrupa diyorsak başka çare var mı?
Brüksel'den ikinci yazının sonu. Yarın da Avrupa Birliği izlenimlerine devam...


Yazara E-Posta: h.cemal@milliyet.com.tr