Bunlar dışarıya yansıtılmıyor.Buna özen gösteriliyor.Kamuoyu önünde daha çok güleryüzlü, olumlu açıklamalara yer veriliyor. 17 Aralık zirvesine giderken, kamuoylarında yanlış anlamalara yol açabilecek tepkisel tutumlar frenlenmekte...Üslup, söylem önemli.Ankarada yeni hükümetle yeni bir üslup da yer etmiş durumda. 2002 yılı Kopenhag zirvesinden beri Erdoğan - Gül ikilisi ABye karşı genellikle yapıcı bir üslup kullanıyorlar. Bu hükümeti daha öncekilerden ayıran bir özellik bu.Çünkü AKP hükümeti, AByi bir hasım, bir karşı taraf olarak değil, bir ortak olarak görüyor. Ortaklar arasında, aynı ailenin içinde görüş ayrılıkları olabileceğini, ancak bunların soğukkanlılıkla çözülebileceğini bilen bir tutum bu...AB Komisyon raporunun açıklandığı 6 Ekimden beri hükümette bu hava geçerli. Ama bu durum, AKP hükümetinin raporla ilgili düşüncelerini kapalı kapılar arkasında olanca açıklığıyla dile getirmesini engellemiş değil.Gerek Başbakan Erdoğan, gerekse Dışişleri Bakanı Gül bugüne kadar AB başkentlerinde yaptıkları bütün temaslarda Komisyon raporundaki bazı noktalardan duydukları haklı rahatsızlıkları masaya getirdiler. Bunların düzeltilmesini ve 17 Aralıktaki Brüksel zirvesinde tekrarlanmamasını talep ettiler.İki nokta ön plana çıkıyor:(1) 1999 yılı Helsinki zirvesinde AB Konseyi, Türkiyenin adaylığını ilan ederken Türkiyeye herhangi bir çifte standart uygulanmayacağını, öteki aday ülkelere üyelik sürecinde ne yapılmışsa, aynı yöntemin kullanılacağına dair resmen söz verdiler.(2) Devlet ve hükümet başkanlarından oluşan AB Konseyi, 2002 Kopenhag zirvesindeki kararında, Türkiyeyle üyelik müzakerelerinin gecikilmeksizin (without delay) başlayacağını vurguladı. AB Komisyonu da 6 Ekimde Türkiyeyle müzakerelerin açılmasını Konseye tavsiye ederken zirvenin bu gecikilmeksizin vurgusuna atıfta bulundu.Bu iki nokta çok açık.Ve de çok önemli...Bu nedenle, kapalı kapılar arkasındaki yoğun diplomatik temaslarda bu iki nokta, ayrıntıları ve örnekleriyle sürekli vurgulanıyor. Bu konuda dün Erdoğanla Gülün yakın çevresinden güvenilir bir diplomatik kaynakla sohbet ederken özetle şunları söyledi:"Avrupa Birliğinin Türkiyeye tarih verirken, yeni bir yöntem ve yeni bir muhteva icat etmemesi lazım. Bu bakımdan Helsinki ve Kopenhag zirvelerinde resmen verilen sözlerin tutulması gerekir. Yani çifte standartlara meydan bırakmayan ve müzakereleri gecikmeksizin başlatan bir zirve kararı..."Rahatsızlıklar nerede toplanıyor?Bu soruya çok açık yanıtların kapalı kapılar arkasında verilmesine özen gösteriliyor. Örneğin açık uçlu müzakere ya da müzakerelerin askıya alınmasına ilişkin yöntemler, tarama (screening) konusunda uç veren yeni eğilimler ya da 2006da yeni bir değerlendirme daha gibi bazı istekler, öyle anlaşılıyor ki, hükümeti rahatsız etmiş durumda...Aynı kaynak şöyle devam etti:"Müzakerelerin 2005 yılının ilk altı ayı içinde başlatılması... Ve temiz, net, herhangi bir muğlaklığa, belirsizliğe yol açmayacak, ileride Berlin ya da Pariste hükümetler değiştiği zaman müzakere sürecinin torpillenmesine imkan vermeyecek bir sağlam kazığın dikilmesi... Yani daha önce resmen verilen sözlerin 17 Aralıkta tutulması..."Tersi olabilir mi?Pek ihtimal verilmiyor.Ya da verilmek istenmiyor.AB sözünü tutmalı!Hem AB hem Türkiye için 17 Aralıkta bir kriz her iki taraf açısından da akla bile getirilmeyecek bir ihtimal olmalıdır. h.cemal@milliyet.com.tr Avrupa Birliğiyle ilişkilerde kritik günler yaşanıyor. Kapalı kapılar arkasında zaman zaman gerilimlerin uç verdiği söylenebilir. Görüşme masalarında ara sıra tatlı sert tartışmalar ortaya çıkıyor.