Amerika'nın uğradığı terör saldırılarından, 11 Eylül'den sonra en çok akla gelen, tartışılan soruların başında şunlar da geliyor:
İslam dünyası, Arap dünyası acaba bu lanet olası terörizm dalgasından dolayı kendisini eleştiri süzgecinden geçiriyor mu? Benim yanlışım nerede diye kendi kendini sorguluyor mu? Bu korkunç fanatizmin kaynaklarını kendi devlet ve toplum düzeninde, kendi tarihsel başarısızlıklarında aramaya yöneliyor mu?
Unutmayın:
11 Eylül felaketinin sorumlusu görülen 19 hava korsanın tümü Arap. Yine, FBI'nin en çok aranan uluslararası terörist listesindeki 22 kişinin tümü de Arap.
Günümüzdeki terör örgütleri de öyle. Büyük çoğunluğu İslam coğrafyasından çıkıyor, besleniyor.
Kimin suçu bütün bunlar?
Arap dünyasında geçerli olan eğilim, suçu kendi dışında aramak. Kabahati başka ülkelerin üstüne atmak...
Tarihe bakışları da öyledir. Örneğin Lübnanlı yazar Amin Maalouf şöyle der:
"Neden geriyiz? Osmanlı yüzünden. Neden demokrasiye geçemedik? Osmanlı yüzünden? Neden iç savaşla birbirimizi yiyoruz? Osmanlılar farklı toplulukları birbirlerine düşman etmişti de ondan. Her şeye kolay bir bahanedir Osmanlı..."
Tabii sonra İsrail gelir.
1948 yılında İsrail devletinin kuruluşu ve bu devlet karşısında üst üste iki savaşta uğradıkları askeri yenilgiler, Araplar için büyük bir şok, bir travma oldu. Çok derin düş kırıklıkları yaşadılar.
Arap dünyası zaten Batı karşısında Rönesans ve Reform'dan itibaren gerilemeye başlamıştı. Ortaçağ sonrasında Hıristiyan Batı yükselişe geçerken İslam uygarlığı inişe geçmişti.
Neydi bunun nedenleri?
"Batı niye ileri, biz neden geriyiz?" sorusunu Araplar kendilerine ne kadar sorabildiler?
Geçen yıl Şam, Beyrut, Güney Lübnan, Amman ve Kudüs'ten oluşan iki haftalık bir yolculukta dikkatimi çekmişti. Araplar, dün ve bugün yaşadıkları olumsuzlukların, Batı karşısında geri kalmış olmalarının suçunu daha çok kendi dışlarında arıyorlardı. Kabahati kendilerinde değil başkalarında buluyorlardı.
Bu bir kolaycılıktı.
Belki de Arap dünyasının yüzyıllarca başkaları tarafından yönetilmiş olmasından kaynaklanıyordu bu kolaycılık.
Oysa bizde farklıydı. Sömürge olmadığımız, başka devletler tarafından yönetilmediğimiz için kendimize dönüp "Nerede hata yaptık?" sorusunu, daha Osmanlı'dan itibaren kendimize sorabildik.
Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı Batı'ya karşı verdik. Ama bundan dolaylı komplekslenip Batı'yı reddetmedik. Bir uygarlık projesi olarak Batı'yı model aldık. Hedef olarak laik demokratik cumhuriyeti benimsedik.
Türkiye'nin önü böyle açıldı.
Arap dünyası tıkandı. Kendi önünü açabilecek bir modernleşme modeli yakalayamadı.
Geçen yılki seyahatimde İsrailli bir tarihçi bu konuda şöyle demişti:
"Arap dünyasının kahramanları arasında hala Saddam Hüseyin var. Humeyni var. Tam bir başarısızlık öyküsü olan Nasır var. Hala Kudüs'ü Haçlılardan kurtaran Selahattin Eyyubi var. Oysa Arapların bir kahraman olarak Atatürk gibi bir sosyal reformcuya ihtiyaçları var."
Nasır'lar, Saddam'lar, Esat'lar, Humeyni'ler yatıyor, bugün Arap dünyasındaki yoksulluğun, adaletsizliğin temelinde. Dinci diktalar yatıyor, geri kalmışlığın temelinde. Fanatizm ve terör örgütleri böylesi düzenlerden fışkırıyor.
O yüzden, Arapların öncelikle kendilerine dönüp "Bizim yanlışımız nerede?" diye sormalarında yarar var.
Filistin'de doğan, Amerika'da yaşayan ve yıllardan beri İsrail'e karşı Filistin politikalarını savunan önde gelen entelektüellerden Edward Said'in Arap dünyasına yönelik olarak dediği gibi:
"Bugün kaçımız, laik politikaları savunup İslam dünyasında dinin kullanılmasını eleştirdik. Bize yapılan haksızlıkların arkasında gizlenemeyiz. Fanatizmi, öldürme militanlığını görmezlikten gelmeyecek ve desteklemeyecek laik bir Arap politikası ortaya çıkmalı... Açık sözlü olmamızın ve politikalarımızı ince eleyip sık dokumamızın zamanı geldi."
Doğru söze ne denir?